Gönül Dicle İpekçi Web Sayfaları

27 Mart 2021 Cumartesi

Rana Abla

Kadıköy’ün efsane ve idealist çocuk doktoru Rana Beşe’nin (Rana Abla) vefat haberini üzülerek aldım. 


Rana Abla, adı verilen polikliniğinde bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da insanlara şifa dağıtmaya devam edecek. ne mutlu gerçekten böyle vefakâr bir insanın adıyla çocuklara hizmet verebilmek..

Toprağı bol olsun 🙏


Gönül Dicle İpekçi

23 Mart 2021 Salı

TÜRK AŞI ÇALIŞMALARI




ODTÜ, GELİŞTİRDİĞİ YERLİ AŞI İÇİN TİTCK'YE BAŞVURDU.

Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) Biyolojik Bilimler Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mayda Gürsel, yerli ilaç firmasıyla geliştirdikleri COVID-19 aşısıyla ilgili Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumuna (TİTCK) başvuru sürecinin tamamladığını söyledi. Gürsel, "İnşallah başvurumuz kabul görürse çok yakın zamanda insan klinik çalışmalarına başlamayı ümit ediyoruz." dedi
COVID-19 Türkiye Platformundaki 436 araştırmacının 300'ünün genç araştırmacılardan oluşmaktadır. Bunun yüzde 70'ini ise kadın araştırmacılar oluşturmaktadır.
Türkiye'de şu an aşı ve ilaç çalışmalarında başarı varsa bunun arkasında kadın bilim insanlarımız, kadın araştırmacılarımız, kadın öğrencilerimiz var. Bunların geceli gündüzlü çalıştıkları ile artık sona yaklaşılmıştır. Şu an aşı ve ilaç çalışmalarındaki araştırmacıların yüzde 70'i kadınlardan oluşuyor."
Ayrıca bu aşının biontech aşısının etki oranından daha güçlü olduğu öngörülüyor. Başarı etki oranı %95.

Umarız denildiği çok etkili bir aşı olur ve artık bu düşman virüse elveda deriz.
Bir öğretmen olarak artık bu durumun en sağlıkçılar kadar bizleri de yakından ilgilendirdiğini söylemeden geçemeyeceğim.

Küçücük çocuklar bazen sarılarak ödüllendirilmeyi arzuluyorlar öğretmenlerine. Öğretmenim seni çok seviyorum deyip kollarıma atılan bir çocuğa nasıl sosyal mesafe diyebilim söyler misiniz ?

Umarım bu durum da biraz göz ardı edilmez ve en kısa zamanda aşı olup çocuklarımıza sarılabiliriz..

Sağlıklı günlerde buluşmak dileğiyle...



Gönül Dicle İpekçi

20 Mart 2021 Cumartesi


TAYFUN TALİPOĞLU




 
Tayfun Talipoğlu'nu ölümünün dördüncü yılında rahmetle anarak...

"Beni her ölüm etkiler.
Tanımasam bile üzülürüm
Yitirilmiş ümitlere...
Hiç gerçekleşmeyecek ideallere,
Yaşanmamış sevgilere üzülürüm...
Bu yüzden, korkarım yaşamı ertelemekten.
Ne yapılması, ne söylenmesi gerekiyorsa
Söylenmeli, yapılmalı.
Seviyorsanız, sevdiğinizi bugün söyleyin.
Sevdanızı bugün yaşayın.
İşinizde yapılacak ne varsa
Bir an önce yapın.
Yarın çok geç olabilir...
Bir anda bitebilir her şey.
Yaşamak için acele edin bence.
Kısa yaşanmışlıklar,
Yaşanmamışlıklardan daha iyidir.
Geriye dönüp baktığınızda "keşke"ler
Çoğunlukta olmasın.
Uzun vadeli hedefler için bile
Bugünden harekete geçmeli.
Yarınlar çok uzakta olabilir.
Daha okulda başlamıyor muyuz
Ertelemeye yaşamı?
Hep yarına yatırım, bu günü sonra
Yaşamacasına...
"İşe gireyim, sonra..."
"Evleneyim, sonra..."
"Çocuklar büyüsün, sonra..."
"Emekli olayım, sonra..."
Sonra...
Sonra...
Sonra...Bu sürecin başında, ortasında,
Yaşam her an sona erebilir.
Sonrası olmayabilir.
Fedakârlıklar güzel ama unutmayalım:
Herkes kendi hayatını yaşar...
Ertelenen
sevdaların
bedelini
ödemiyor yaşam."

Tayfun Talipoğlu


Evet dostlar, yolar uzun memleket şartları çetin. Biz artık gidelim BAM TELİ ( Bir yol hikayesi bitti...) Mezar taşında böyle yazıyor. Mekanı cennet toprağı bol olsun. 

 


UMUDUNU KAYBETME




"Birinin sana bir şey yapamazsın demesine izin verme. Hatta benim bile. İnsanlar bir şey yapamaz ve senin de yapamayacağını söylerler. Bir şey yapmak istiyorsan gidip onu zorla al!" The Pursuit of Happyness (Umudunu Kaybetme

Yaşam dümdüz bir çizgi gibi değildir, inişler ve çıkışlarla devam eder gider. O inişlerde ve çıkışlarda umutlar, umutsuzluklar, başarılar, başarısızlıklar, hayaller, hayal kırıklıkları vardır. Bazen insan umutların tümüyle tükendiğini hisseder ve kendisiyle ilgili ciddi kararlar alır. Başka bir işe başvurmak, başka bir kente göç etmek, hatta başka bir ülkeye gidip yerleşmek gibi. İnsan umudunu yitirdiğinde yaşamının anlamı da kalmaz. Onun için umut bitmez, ama ileride yeniden canlanacağı ana kadar geçici olarak tükenme aşamasına gelebilir.   

Umudun tükenmiş göründüğü an, yeni umutların doğmaya başladığı an


''Umut belki de gelecek sayfadadır. 

Kapatma kitabı ''



17 Mart 2021 Çarşamba


ÇANAKKALE ŞEHİTLER ABİDESİ





Çanakkale Şehitler Abidesine bakın. Ona bakınca Zeki Müren'i de görürsünüz.
1958'de Abide inşaatı parasızlıktan yarım kalmıştı. Bağış kampanyası başlatıldı. Zeki Müren gazino proğramlarını hemen yarıda kesti. Önce gazinolardan para toplamaya başladı ve tüm sözleşmelerini iptal etti, ardından hemen ülke içinde turnelere çıktı, şehir şehir şarkı söyledi. Tüm kazandığını Abide inşaatına verdi.
Bugün Çanakkale'de Şehitler Abidesi varsa, onu büyük sanatçımız Zeki Müren’in çabalarına borçluyuz. Kim bilir kaç tuğlasında, kim bilir ne kadar harcında onun katkısı vardır. Dertli gönüllere giren Zeki Müren, ruhu şad olsun.
Güler Mercan Aykaç

Saygıyla...

16 Mart 2021 Salı




 Her şeyi bilmek yetmiyor. Bir sorunu aştığını düşünüyorsun ancak gün geliyor o sorun daha güçlü bir

 şekilde tekrar filizleniyor. Çünkü aştığımızı sandığımız şeylerin sadece üstünü örtüyoruz. Onu toprağa

 gömüyoruz. Toprağın altında kalınca aştığımızı sanıp kendimizi kandırıyoruz. Sonra bir gün geliyor...

Koca bir HİÇ..


Gönül Dicle İpekçi

14 Mart 2021 Pazar




FEDAKAR DOKTORLARIMIZ



 Okullar tatil edildi.

 Üniversiteler tatil edildi.

 AVM' ler boşaldı.

 Maçlar seyircisiz.

 Etkinlikler iptal.

 Ticaret durdu. 

 Uluslararası sınırlar kapatıldı.

 Fakat hastaneler hala AÇIK! 


Sağlık Çalışanları hastaların nabzını kontrol etmek için, karnını muayene etmek için hastalara dokunuyor, öksürük-nefes darlığı 

olan hastaların akciğer seslerini dinlemek için hastalarla yakın temas kuruyor.


Sağlık Çalışanları endişeleri olsa da ateşi olan, öksüren, nezle olan hastasını bırakıp kaçmıyor ve görevini layıkıyla hatta fazla fazla çalışarak yerine getiriyor.

En yüksek risk altında olan ancak geri adım atmayan, tek topluluk... 


Ülkemizin her köşesinde fedakârca çalışan ve salgınla mücadelede  en ön saflarda yer alan doktorlarımızın ve tüm sağlık çalışanlarımızın 


14 Mart Tıp Bayramı'nı kutluyoruz.💗


Salgın döneminde hayatını kaybeden sağlık çalışanlarımıza Allah'tan rahmet yakınlarına başsağlığı diliyoruz😔


Gönül Dicle İpekçi

13 Mart 2021 Cumartesi





YAŞLANMA BU KADAR MI GÜZEL ANLATILIR.


“Sanıyorum merdiven yapımlarında giderek daha sert malzeme kullanılıyor; eskisine göre hem basamakları çoğalttılar hem boylarını yükselttiler. Her şeyden öte ikişer ikişer çıkılmaz oldu, tek tek çıkmak zorunda kalıyor insan.
Bir de yazıları küçülttüler her ne hikmetse. Burnumu gazeteye dayamak zorunda kalıyorum iki satır okumak için. Geçen gün avucumdaki bozuklukların üzerinde kaç kuruş yazdığını görmek için telefon kulübesinin dışına çıktım. Hani gözlük kullanmayayım, yanımdakine okutayım gazeteyi diyorum ama insanlar o kadar alçak sesle konuşuyorlar ki okuduklarında da tam anlayamıyorum ne okuduklarını.
Her yer eskisinden daha uzak sanki. Evden durağa olan mesafe iki katına çıktı neredeyse. Önceleri hiç fark etmediğim bir de yokuş varmış evle durak arasında. Vapurlar da vaktinden önce kalkar oldu şimdilerde. Hani koşmanın da anlamı yok nasıl olsa benden önce halat alıyorlar.
Kumaşlarda eski kumaş değil. Kısa sürede dar geliyor ne giysem. Ayakkabı bağları da kısaldı mı ne giderek erişilmez oldular. Hava bile tuhaflaştı. Kışlar daha soğuk yazlar daha sıcak. Tatil beldeleri bu kadar uzak ve zahmetli olmasa yolculuk da yapacağım. Kar bile ağırlaştı eskisi gibi kolay küreyemiyorsun.
Kapı pencere çerçeve imalatında da değişiklik yaptılar sanıyorum, daha sert cereyan yapıyor karşılıklı açtığında. İnsanlar da sanki ben onların yaşındayken göründüğümden çok daha genç gibiler. Eski okul arkadaşlarımla üniversitede bir buluşma günü ayarladık, hayretler içinde kaldım bebek yaşta öğrencileri görünce.
Ama itiraf etmeliyim ki bizim zamanımızdan çok daha terbiyeli yetiştiriliyorlar; bir kaçı bana “beyefendi” diye hitap etti; hatta aralarından biri caddede karşıdan karşıya geçmeme yardımcı oldu. Fakat buna mukabil hayret ediyorum yaşıtlarım benden çok daha yaşlılar.
Tamam bizim jenerasyona yaşını başını almış gözüyle bakılıyor ama bunaklıklarına ve takıla topallaya yürümelerine ne demeli?
Aynı akşam üniversitenin barında bir sınıf arkadaşıma rastladım. Nasıl bir değişim geçirmişse artık beni tanıyamadı bile!!!"

Philippe Noiret

12 Mart 2021 Cuma


MEHMET AKİF ERSOY




Yıl 1962.. Cağaloğlu'ndaki bir köşe yazarının odasına üstü başı bakımsız, kirli sakallı biri girer. Adını söyledikten sonra yazardan kendisine yardım etmesini ister. Köşe yazarı, karşısındakinin içler acısı durumundan büyük üzüntü duyar. Cüzdanını çıkararak istediği kadar alması için adama uzatır. O da uygun bir miktar para alarak iki büklüm gözden kaybolur. Birkaç ay sonra tek sütunluk bir gazete haberi köşe yazarının gözüne çarpar.. Haberde, İstanbul sokaklarında, bir çöp bidonunun yanında bulunan bir cesetten söz edilmektedir. Fotoğrafa dikkatle bakar, bu, para istemek için kendisine gelen adamdan başkası değildir.. Emin Ersoy'dur.. Mehmet Akif Ersoy'un oğlu Emin Ersoy !... Yıl 1985... Üsküdar Belediyesi, emekli maaşıyla geçinmeye çalışırken hastalanan, zor ve bakımsız günlerin ardından gözlerini hayata kapayan bir adamın cenazesi ortada kalmasın diye tüm masrafları karşılar.. O unutulan insan, Tahir Ersoy'dur.. Mehmet Akif Ersoy'un torunu !.. Yıl 1991.. Beyoğlu'nda bir evin kiracıları, kirayı ödeyemedikleri için sokağa atılırlar.. Onlar, Mehmet Akif Ersoy'un kızı ve torunlarıdır !.. İşte sizlere, "İstiklal Marşı" için devletin verdiği para ödülünü almayan, ticarete alet olmasın diye de, "İstiklal Marşı"nı kitabına almayan Mehmet Akif Ersoy'un Türk milletine emanet ettiği çocuklarının yaşamlarından kahredici bir kesit..'


Sunay Akın


12 Mart 1921 İstiklal Marşı' nın kabulü ve Mehmet Akif Ersoy'u anma günü.. Allah bu millete bir daha İstiklal Marşı yazdırmasın diyen büyük şair, Mehmet Akif Ersoy' un ne kadar gururlu ne kadar özverili bir insan olduğunu hatırlatmama gerek yok sanırım. Böylesine bir üstadın, koca yürekli bir şairin ailesine sahip çıkamamak ne kadar acı verici. En büyük değerlerimiz ne yazık ki onurlarıyla yaşadıkları için kaybolup gidiyorlar..

Toprağı bol olsun...

Saygıyla..


Gönül Dicle İpekçi

11 Mart 2021 Perşembe

 MUZAFFER İZGÜ





84 yaşında hasta yatağında,
Muzaffer İzgü'nün son sözleri;
Okurlarım lütfen başkasını da etkilesin.
Okudukları içinde kalmasın.
Okusunlar, okutsunlar.
Ancak o zaman yararı olur.
Okudun, sende kalsın yok. dedi.
98’i çocuklara yönelik olmak üzere,
154 kitap yazdığını,
Bir ülkenin çocuk okuru yoksa,
Yetişkin okurunun da olamayacağını belirten İzgü,
Bu ülkeye bir o kadar okur yetiştirdim.
Ne mutlu bana çocuk okuyorsa.
Okuyan insan hayal kurar,
Hayal kuran insan düşünmeye başlar.
Düşünen insan soru sormaya başlar.
Bir kişi soru sordu mu birey oluyor demektir, dedi...
Muzaffer İzgü (d. 29 Ekim 1933, Adana - ö. 26 Ağustos 2017, İzmir), Türk yazar ve öğretmen.
Türkiye'nin en çok okunan komedi, genç ve çocuk kitapları yazarlarındandır...
Toprağı bol olsun..



10 Mart 2021 Çarşamba


DUVARA BİR ÇİVİ SENDE ÇAK..



Sinirlerine hakim olamayan bir çocuk varmış .. Babası ona bir torba ÇİVİ vermiş ve demiş ki HER SİNİRLENDİĞİNDE ŞU DUVARA BİR ÇİVİ ÇAK ..

İlk gün 37 tane çivi çakmış çocuk.. Günler geçtikçe bu çivilerin sayısı azalmış ve bir gün babasına demiş ki .. ŞİMDİ artık SİNİRİMİ kontrol edebiliyorum...

Bir gün gelmiş ki artık hiç çivi çakmamaya başlamış.

Bu sefer babası HER SİNİRLENMEDİĞİN GÜN BİR ÇİVİ SÖK DUVARDAN DEMİŞ ..

Sonunda bütün çiviler çıkmış duvardan ...

Baba demiş : Aferin oğlum AMA ŞİMDİ DUVARA BAK , Bu duvar hiç eskisi gibi olmayacak ... DELİK DEŞİK ....

Yani sinirlendiğin zaman söylediğin sözler bir yara bırakacaktır ..

İstediğin kadar özür dile yara orada kalacaktır .. O bakımdan sinirinden kırıcı bir şey söylemeden ÇOK İYİ DÜŞÜN ..

9 Mart 2021 Salı





 Okumayı bilmezseniz, yürümeyi bilmezseniz,

 bir yaprağın güzelliğini takdir edemezseniz, yaşamıyorsunuz demektir. 

Yaşamın bütününü anlamanız gerek, sadece küçük bir parçasını değil.

İşte bu yüzden okumak zorundasınız, 

işte bu yüzden gökyüzüne bakmak zorundasınız, 

bu yüzden şarkı söylemek, dans etmek, 

şiirler yazmak, 

acı çekmek ve anlamak zorundasınız; 

çünkü tüm bunlar hayattır…

 

Jiddu Krishnamurti

8 Mart 2021 Pazartesi


DEĞERLİLERİMİZİ KAYBEDİYORUZ.


Bir var bir yok malesef, hayat böyle bir şey işte. Ani gelen ölümler özellikle bizleri çok etkiliyor.
Böylesine kısa bir hayatta yaşayabilmek için oysa ne kadar koşturuyoruz. Sonra ufak bir kaza, bir kalp krizi veya düşman bir virüse yenik düşüyoruz.

Ölümün saati yok. Yanınızda olan kişiye değer verin; kırmayın onu. Durup durup sevdiğinizi söyleyin, özel hissettirin. En ufak bir şeyde bitti demeyin, ağlatmayın, üzmeyin. Neden mi? Çünkü ölümün saati yok. Belki son görüşünüzdür, belki son sarılmanızdır. Belki de saatler sonra ona değil de, artik toprağa dokunacaksınız, onu değil de toprağını öpeceksiniz. Sevdiklerinizin kıymetini kaybettikten sonra değil, şu an bilin.. Toprak aldığında geri vermez. Çünkü ölümün saati yok...

Büyük usta Rasim Öztekin'i kaybettik.




Ne güzel demiş Oğuz Atay;


Ben vedaları sevmem albayım

Hiç gitmesin insanlar

Hele gelmemek üzere giderlerse

Çok üzülürüm albayım, dayanamam...


Türkiye büyük bir değerini kaybetti.

Başın sağ olsun Türkiye'm





7 Mart 2021 Pazar

KADINLAR GÜNÜ



Bugün 8 Mart Dünya Kadınlar Günü ya da bir diğer adıyla Dünya Emekçi Kadınlar Günü. Kadın hakları dünyanın dört bir yanında büyük etkinliklerle gündeme geliyor. Peki Dünya Kadınlar Günü nasıl ortaya çıktı? Bu bir kutlama mı, protesto mu?

Dünya Kadınlar Günü 100 yılı aşkın süredir var. Her yıl gündem farklı. Bu yıl ise 30'u aşkın ülkede kadınlar Dünya Kadınlar Günü'nde iş bırakma eylemleri düzenliyor. 

Bugün neredeyse tüm dünyada ses getiren eylemlere sahne olan 8 Mart'ın tohumları 1908 yılında, New York'ta 15 bin çalışan kadının daha kısa mesai süreleri, daha yüksek maaş ve seçme hakkı talep etmesiyle atılmıştı.

Bir yıl sonra Amerika Sosyalist Partisi 8 Mart'ı Ulusal Kadınlar Günü ilan etmişti. Bu özel günü uluslararası hale getirme fikrini ortaya atan ilk kişi ise Clara Zetkin'dir.

Peki neden 8 Mart?

Dünya Kadınlar Günü fikrini ortaya atan Clara Zetkin'in aklında belirli bir tarih yoktu.

Birinci Dünya Savaşı sırasında, 1917'de Rus emekçi kadınlar "Ekmek ve barış istiyoruz" sloganlarıyla sokaklara çıkmıştır.

Eylemlerden dördüncü gününde Rus Çarı tahttan indirildi. Kurulan geçici hükümet ise kadınlara seçme hakkı tanımıştır.

Rusya'daki kadın eylemlerinin başlangıcı, Jülyen takvimine göre 23 Şubat'tı. Dünya genelinde daha yaygın biçimde kullanılan Miladi (Gregoryen) takvimde bu tarih 8 Mart'a denk geliyordu

1910 yılında Kopenhag'da toplanan Uluslararası Emekçi Kadınlar Konferansı'nda Dünya Kadınlar Günü fikrini önermiş. Konferansa 17 farklı ülkeden katılan 100 kadın, Zetkin'in önerisini oybirliğiyle kabul etmiştir.

Dünya Kadınlar Günü'nde, kadınların toplum içerisinde, siyasette ve iş hayatında elde ettiği başarıları kutlanıyor. Ancak aynı zamanda 8 Mart'ın kökleri hâlâ sesini duyuruyor. Kadınlar Günü'nde cinsiyet eşitsizlikleri vurgulanıyor ve protestolar düzenleniyor. Yani bu durum ülkeden ülkeye değişiyor.

Pek çok ülkede Dünya Kadınlar Günü resmi tatil.

Dünya genelinde çiçek satışlarının 8 Mart ve öncesindeki birkaç günde neredeyse iki kat arttığı belirtiliyor.

Her ne kadar Çin'de çalışan kadınlara yarım iş günü izin verilmesi resmi makamlar tarafından tavsiye edilse de, işverenler bu tavsiyeye pek kulak asmıyorlar.

İtalya'da La Festa della Donna olarak adlandırılan Dünya Kadınlar Günü'nde kadınlara mimoza çiçeği hediye etme geleneği var. Her ne kadar bu geleneğin kökleri tam olarak bilinmese de, 2. Dünya Savaşı'nın bitiminden hemen sonra Roma'da başladığı düşünülüyor.

ABD'de ise Mart ayı "Kadınların Tarihi" olarak kabul ediliyor ve Beyaz Saray, Amerikalı kadınların başarılarını sıralayan bir bildiri yayınlıyor.

Türkiye'de 8 Mart Dünya Kadınlar Günü ilk kez 1921 yılında, iki komünist kız kardeş Rahime Selimova ve Cemile Nuşirvanova'nın girişimi ile gerçekleştirildi.[10] Bu tarihten sonra yıllar boyunca 8 Mart Dünya Kadınlar Günü kutlamalarına izin verilmedi. 1975 yılında "Birleşmiş Milletler Kadın On Yılı" ilan edildi. Türkiye de bu kapsamda yer aldığı için 1975 yılında Türkiye'de "Kadın Yılı Kongresi" yapıldı.


8 Mart Dünya Kadınlar Günü'nün 1975 yılında kutlanmaya başlamasında İlerici Kadınlar Derneği’nin faaliyetleri de etkili oldu. Böylece 8 Mart Dünya Kadınlar Günü kapalı ortamlardan sokaklara ve meydanlara çıktı. 

İlerici Kadınlar Derneği, işçi sınıfı ile kadınları bir araya getirerek haklarını aramaya çağıran bir sivil toplum örgütüydü. Kurulduğu andan itibaren kısa sürede yurt çapında 33 şube ve 35 temsilcilik aracılığıyla 15 bine yakın üyeye sahip oldu. “Kadınların Sesi” adlı yayın organı ile 35 bin kişiye ulaşabiliyordu.

12 Eylül Darbesi'nden sonra tekrar askerî cunta yönetimi tarafından dört yıl süreyle hiçbir kutlama yapılmasına izin verilmedi.

 1984’ten itibaren her yıl çeşitli kadın örgütleri tarafından “Dünya Emekçi Kadınlar Günü” kutlanmaya devam edilmektedir.

Atatürk kadınlarımıza birçok alanda özgürlük getirmiştir 1924 yılında Atatürk’ün meclise soktuğu 17 kadından sonra günümüze kadar uzanıyor...


Daha uygar ve sağlıklı bir toplum için kadınlara her zaman ihtiyaç vardır Kadınlara verilmiş bu güzel güne saygı duymalı ve onları sadece bir günle değil; her zaman hatırlamalıyız.



“Bir toplum, bir millet erkek ve kadın denilen iki cins insandan meydana gelir. Mümkün müdür ki, bir toplumun yarısı topraklara zincirlerle bağlı kaldıkça, diğer kısmı göklere yükselebilsin!


 Mustafa Kemal Atatürk


 8 Mart, dünyada kadınların eşitlik, kalkınma ve daha huzurlu yaşam özlemleri dile getirdikleri gündür.

Her zaman ne istediğini bilen, erkeğinin ardında ona destek veren, çocuklarının başında koruyup kollayan kadınlar… Dünya Kadınlar Gününüz kutlu olsun…


6 Mart 2021 Cumartesi

 HAYATI SEVEN KADINLAR



Yaşları ilerleyip torun torbaya karışsalar bile yiyip içtiğine dikkat eden, pantolonuna uyacak bluzu seçen, saçlarını şarap kızılına yahut platin sarısına boyatmakta beis görmeyen; onları tarayan, şekil veren, ellerinin üzeri güneşle ve geçen zamanla beneklenip buruşsa da onları özenle kremleyen; cümle sonlarına muzipçe "şekerim" kelimesini ekleyen; hayvanları, çiçekleri ve çocukları sevmekten vazgeçmeyen, umudunu ve şükrünü asla yitirmeyen, yaşa bağlı ağrı ve sızılar yaşasa da bunu belli etmeyen; bu ağrı ve sızıları yaşamın güzelliklerini ve renklerini görmeye engel meseleler saymayan, yürüyüşünde bir eda olan, yaşam deneyimlerini üstüne başına, saçına, gözündeki ışıltıya, beslenmesine, gülüşüne ve etrafa saçtığı pozitif elektriğe yansıtan; çantanın püsküllüsünü, ayakkabının afilisini seçen, tevekkülü her şeye sarmalayıp sade ve doğal bir olgunlukla hayatın getirdiklerini kabullenen ama bir kedi teslimiyetiyle uysalca ve sevinçle yaşayan kadınları seviyorum ve onlara baktıkça, yorulup nefeslenmek için oturduğum köşeden dimdik ayağa fırlıyorum.

Bana hayatın parlak ve cilalı kısmını gösteriyor böyle kadınlar. Hayatın her şeye rağmen yaşanılır olduğunu, yaşanmaz olacak kadar zorlayıcı kısımları ise sabır ve metanetle bekleyerek atlatmak gerektiğini, ne olursa olsun can çıkmadan umudun ve koşturmanın bitmeyeceğini ve bitmemesi gerektiğini anlatıyorlar sessiz bir alfabeyle...
Yaşı ilerlediği halde rimel markası soran, "pabuçların harikaymış şekerim nerden?" diye sıkıştıran, karşı tarafa iltifatla karışık güzel cümleler aşılayan, mutluluk saçan ve mutlu yaşayan kadınları seviyorum.
Vizyonunu hep geniş tutan, aç ve tükenmeyen bir merakla etrafı gözlemleyen, ülkeler aşan, insanlara karşı duyarlı ve algıları hep açık; yürürken önüne değil, yere değil, dimdik karşıya bakan, insanların gözlerinin içine bakan, hayata olan ilgisini hiç yitirmeyen, yaşamanın bir sanat olduğunu içine sindirmiş ve tam da bu yüzden yüzü, sürdüğü parlatıcı sebebiyle değil, yaşama olan tutkusu ve temiz kalbi yüzünden ışıl ışıl parlayan kadınları seviyorum.
Edasını ve işvesini hiç yitirmeyen, baktıkça insanın içine yaşam enerjisi pompalayan, fularını ayakkabısına uyduran, evin içinde kaybolan yavru ağzı rujunu bulamadığında ev halkını bunun için ayaklandıran ve huysuzlanan, sabah uyanır uyanmaz günlerden pazar olsa bile kırmızı rujunu sürüp sallantılı küpelerini takan, evin içinde dans edip şarkı söyleyerek dolanan; yeni aldığı pabuçlarını giymek için ertesi günü bekleyemeyip, giyip evin içinde onlarla gezinen kadınları seviyorum. Çünkü bu, yaşama olan tutkunun sönmediğinin belirtisi, biliyorum.
Yaşamla bağını kesmeyen; hayatı, Allah'ın bir zuhuru olduğu için seven, olgun, sevinç dolu, algıları açık, nazik, anlayışlı, dişi, bakımlı, enerji dolu, mızmızlanmayan, ağlanmayan, hem çocuksu, hem de güçlü, rengarenk ve gülüşü zengin kadınları seviyorum.
Ne olursa olsun "vakit çok geç" demeyen, hayatı bir şarkı gibi söyleyen, yaşı geçse de ruhu geçmeyen kadınlar...
Sizleri çok seviyorum...❤

5 Mart 2021 Cuma








Mutluluk


      Mutlu olmak mutluluk insanın içinde bulunduğu durumdan mutlu olma halidir. İnsan kötü bir durumda iken nasıl mutlu olabilir diye bir soru gelince aklınıza cevabım basit olacaktır. Daha kötüsünü düşünerek...Evet kötüsünü düşünerek mutlu olabiliriz. İnsanın kendi bulunduğu hayata mantık açısından bakıp karar vermesi için iyimser ve mutlu olması gerekir. İyimser bakan bir göz bir çok iyi ve güzel şeyi görebilir. İşte insanın bu yolda kendisini eğitmesi gerekir. İnsan dünyasını zindan eden, içindeki umudu öldüren, karamsar düşüncelere, kuruntulara elveda demesi gerekiyor. Aksi takdirde mutlu olmanın imkanı tabi ki yoktur. Mutluluk ve gülmek birbirine bağlı gibi görünseler de aslında uzaktan yakından birbirleriyle ilgisi yoktur. Çünkü insanın gülebilmesi, güler yüzlü olabilmesi için mutlu olması değil, içinin duru ve temiz olması gerekir. Mutlu olunca gülünecek diye bir şey söz konusu bile değil. çünkü mutluluk diye ayrı bir duygu aslında yoktur. 

     Mutluluk insanın hislerinde ve hayata bakış tarzındaki iyimserlikte gizlidir. İyimser olan iyimser bakan insanların iç dünyaları dengeli olduğu için yüzleri güler. Ve gülmek mutluluk yolundaki en etkili silahtır. Bir bakarsınız en büyük gücün ve kuvvetin yapamadığını yapar ve tüm kilitli kapıları açar. Dengeli bir hayat yaşamak elimizdedir. Her şeyden memnun olmaya çalışmak yine elimizdedir. Yüzümüzün ifadesini kontrol altında bulundurmak yine elimizdedir. Nazik sıcak bir gülümseme yüzümüzün gerçek  güzelliğini ortaya koyar. Bunu alışkanlık haline getirirsek çok şey kazanırız ve sonuçta mutlu olduğumuzu da hissederiz.


     Ben, kekelemeden konuşmayı, ellerim titremeden yemek yemeyi, düşmeden yürümeyi, unutmadan hatırlamayı yetişkinken bir kez daha öğrendim. Yaşamın anlamını, hayatın değerini kaybetmeye yüz tutmuşken anladım. Yapamadıklarımı ve yapabildiklerimi kendimi tecrübe ettikçe geliştirdim. Ve bugün beni ben yapan her şeye teşekkürüm var. Çevremde negatif enerjisi ile hayattan bıkmış bir halde dolaşan ve sürekli şikayet eden insanlar lütfen silkelenip tazelenin. Hayat çoğu zaman sil baştan yaşatır kendini. Acılarla tecrübe edilmiş bir hayat kişilik kazandırmaz. Yalnızca öğrenilmiş duyguların sahibi olursunuz o kadar. Ne zaman ne yaşayacağınızı nasıl bilebilirsiniz ki ? Bu sebeple hayat şimdi var ve şimdi güzel. 

      Gülümseyin.... 

4 Mart 2021 Perşembe

DOSTLUK


 

DOSTLARI OLMALI İNSANIN

Dostları olmalı insanın, 

aynen gemilerin limanları gibi.

Zaman zaman uğradığın, yükünü boşalttığın,

dalgalar dininceye kadar beklediğin koynunda.


Sonra açık denizlere uğurlamalı seni, 

geri döneceğin günü bekleme umuduyla. 

Bazen, rüzgâra o açmalı yelkenini,

yanağına konan bir öpücüğün coşkusuyla,

halatlarını çözmeli, 

seni çok ama çok özlemeli.


Dostları olmalı insanın; 

ermiş, bilge, hayatı ezbere okuyabilen.

Düşünmediklerini düşündüren, 

seni bir cambaz ipinde, güvende tutabilen, 

gerektiğinde senin için ateşi yutabilen, 

yolunu ışıtan ustan olmalı.

Şekillendirmeyi öğretmeli hayatın çömleğini. 

Sana vermeli soğuk bir kış gününde 

üzerindeki tek gömleğini...

♥️

"Dostluk gül olmaktır;

Yaprağı ile de, dikeni ile de..."


İYİ Kİ VARSINIZ..

Bir Kahve Alır mıydınız☕

3 Mart 2021 Çarşamba

                               

                                    TOPRAK


                    


Bazen yastığa başımı koyduğumda “bugün de insanlık için hiçbir şey yapmadım.” diye sıkıldığım, üzüldüğüm anlar olmuyor mu ? Tabi ki oluyor.  Belki o gün daha fazla kitap okudum, belki daha çok para kazandım, belki daha başarılı oldum, belki beni mutlu edecek daha çok şey yapmışımdır o gün. Ama şöyle bir düşününce bunların hepsini “ben” için yaptım ve bir gün ben yok olacağım. Dünyadan ayrılırken ise kazandığım para ve başarıyı kocaman bir balonun sönüşü gibi izleyeceğim. Gerçekleri söylüyorum size. Biz içi hava olan kendi balonumuz ile yıllardır uğraşıyoruz. Hele bir de bunun içine hiçbir değeri olmayan Prof. Dr. Av. Müdür vb. etiketlerle helyum havası basıyoruz. Uçtukça uçuyor ve gün geliyor o balon patlıyor ve bizim, yüksekten düştüğümüz ölçüde canımız yanıyor. Zaten bizim canımız hep kendimize yüklediğimiz anlamlardan dolayı yanıyor. Ah ki vah, bu gözler ne cahil profesör ve ilim adamları gördü yüksekliğinden yanına yaklaşılamayan…

Peki değerli olan şey neydi? İçi hava olmayan ve öldükten sonra sönmeyecek balon var mıydı? Gülümseyerek ölmek mümkün müydü? Cevap ise çok basit, cevap “ben” değil “sen” idi. Yıllardır kendi toprağımızı suladık. Başkasının toprakları aklımızın ucuna gelmedi. Ancak başka insanların topraklarını da sulasaydık biz ölsek bile o topraklar hala yeşermiş olacaktı. Cevap buydu. Cevap, başka insanların hayatına dokunmaktı. Tuttuğum el sayısıydı. Kurtardığım hayatlardı. Suladığım topraktı. Yeşerttiğim insanlıktı.

Bugün içimde bir sıkıntı varsa henüz bunu başaramadığım içindi, yazıyorsam başka toprakları sulamayı sevdiğim içindir…

peki neydi
neydi bizi değerli yapan

tuttuğum el sayısıydı
kurtardığım hayatlardı
dokunduğum yaşamlardı
suladığım topraktı
yeşerttiğim insanlıktı..




 Tecrübe mi ? Birikim mi ?

“İnsanların sizi alkışlaması doğru olduğunuzu değil, doğru yerde durduğunuzu gösterir.” 

İşte bu söz ile gemide bir delik açılmıştı. Gemi su alıyordu! Bana geri dönersek bir tür hırstı benim ki; öğrenme hırsı. Biraz daha ilerledim. Toplum ve toplumun kutsadıklarıyla uğraşmaya başladım. Çünkü toplum, kitapları ve bilgiyi kutsamıştı. Onların gözünden ne kadar bilgiliysen, o kadar bilgesindir. Çok kitap, çok saygı getirir. İsminin başında Dr. olması, senin diğerlerinden bir tık üstte olman için yeterliydi. Gördüm ki aslında toplum, olur olmaz her şeyi kutsamış. Kutsal olmayan birçok şeyi kutsamış. Neydi bunca kibir, gürültü ve sahte putlar? Ben ne zaman gönlümdeki Kâbe’yi bu putlardan temizleyecektim? Önce birer birer bunları yıktım. Sonra sıra bana geldi. Kendimi yıkmaya. Yıkıcı sorular sormaya. Başlayalım…

Gerçekler ile yüzleşmek lazımdı. En çok kendi gerçeklerimiz ile. Herkes pembe yalanlar ile aynaya bakarken, hangimiz tüm çıplaklığımız kusurlarımız ve çirkinliklerimiz ile aynaya bakabilir? Ben de tüm cesaretimi topladım ve kendime şu soruyu sordum. 

“14 yıl önce ile bugününü karşılaştır Dicle, Üniversite için Fransa ya ilk adım attığın gün ile düzenli gelirinin olduğunu bugünü. Hangisinde daha mutlusun? Hangisinde daha tecrübeli ve bilgilisin?” 

Cevaplar çok netti. Fransa'nın Rouen kentine daha önce hiç gelmeden, yalnız başıma buraya adım atmak tam bir deli cesaretiydi.  Riskler ile dolu bir hayattı. Ancak çok mutluydum. Tüm zorluklar ile savaştım ve ayakta kaldım.  Bugün ise düzenli bir işim, evim ve çocuklarım var. Riskim çok az. Daha fazla bilgiliyim, daha fazla kitabım var. Daha fazla tecrübem var. Ancak 14 yıl önceki kadar mutlu değilim. İşte bu noktada hakikat aynaya yansımıştı. Platon’un mağara alegorisinde olduğu gibi sadece gölgeye baktığımı ve arkamda bir hakikatin olduğunu anladım. Konuyu toparlayalım. Daha açık ve net ifade edelim. Ana sorumuza dönelim. 



Bilgilenmek mi önemli yoksa deneyimlemek mi? 

Toplum sizden bilgilenmenizi ister. Kitaplar, okullar, türlü türlü kurslar ve sertifikalar. Risk almanızı pek önermez. Bir noktaya kadar da doğrudur. Bağımsız yaşayabilecek kadar gelirinizin olması için meslek sahibi olmanız gerekir. Bunu ise okullar sayesinde gerçekleştiririz. Açken mutlu olunmaz. Bu yüzden düşüncelerim üniversiteden mezun olmuş kesim için geçerli. Eğer öğretim hayatınız devam ediyorsa devam etsin :)

Klişe bir soru vardır. Aslında benim de üstünde durduğum sorunun farklı bir versiyonu. “Çok okuyan mı bilir, çok gezen mi?” Bugün bu sorunun cevabı net şekilde “çok gezen” olarak cevaplayabiliyorum. Tüm hayatını kitaplar ile birlikte geçirmiş ancak asosyal kalmış birini düşünelim. Büyük ihtimal çok bilgili birisidir. Sizi çok iyi analiz eder, ünlü filozoflardan alıntılar yapar, genellikle düşüncelidir. Halbuki gerçek hayat bu değildir. Gerçek hayat sizden savaşmanızı ister. Ne düşündüğünüzün bir önemi yoktur onun için. Paylaşmadığınız sürece en güzel düşünce sadece havadaki bir buluttan ibaret. En güzel kitabı da okusanız 1 sene sonra unutacaksınız. Hayat ise doluca yaşandıkça anlam kazanır. Yaşanmamış bir hayat yerine sonucu kötü  olan bir hayat bile sanırım daha mantıklı. Düşüp ayağa kalkacağız sonra yeniden düşeceğiz, aşık olup aldatılacağız, kazanıp kaybedeceğiz, aç kalacağız, rezil olacağız, bazen yerlerde sürüneceğiz, hastalanacağız hatta belki de bu uğurda öleceğiz ama yaşayacağız! Hayat budur işte. Kan, ter içinde tırnaklarınla kazıyarak dağa çıkmaya çalışmaktır. Kitaplar yerine anılar biriktirmektir. Adaletli olan da bu olmalı. Geçmiş insanlığın bilgiye erişimi hiçbir zaman bugünkü kadar kolay olmadı. Ancak geçmiş insanlık ile ortak noktamız var ki o da deneyimlemek. Savaştık ve barıştık. Ancak insanlık olarak deneyimledik. Bir insanın okuma-yazma bilmemesi sizi ondan üstün yapmaz. Üstünlük hayatımızdaki zorluklara verdiğimiz tepkiler ile alakalı bir durum. Ancak gelin kendimize itiraf bulunalım. Eğitimli kesim olarak çoğumuz eğitimsiz insanlara yukarıdan bakıyoruz. Ben hiç bir zaman bunu yapmadım ama belki yapmalıydım. ??

Bilgiyi önemsizleştirmiyorum. Cahilliğin felaket olduğunu savunuyorum. Sadece yaşamanın bilgilenmekten daha önemli olduğunu düşünüyorum. Kitapları da değersizleştirmiyorum. Çok kitap okumak yerine doğru kitabı çok okumanın değerli olduğunu düşünüyorum. Bilgi bombardımanına tutulmuş, aklı karışmış, hedefsiz yürüyen, içine kapalı bir kişi olmak yerine aklı hür, vicdani hür, düşen kalkan, deneyimleyen bir kişilik hayali peşinde oldum hep. 

Çok konuştum. Özet yerine son bir söz :)

Kendimizle uğraşarak ilerleyemeyiz, başkaları bizle uğraştığında ilerleyebiliriz.