Gönül Dicle İpekçi Web Sayfaları

30 Kasım 2014 Pazar

Mutluluk İçimizde



Hayatınızda ilk defa ne zaman mutlu oldunuz ? İlk adımınızı attığınızda mı, ilk koştuğunuzda mı yoksa ilk yağmurda ıslanıp bundan keyif aldığınızda mı ? Çocukluğunuzu düşünün, en çok neye güldünüz, ne için kahkaha attınız.  Bana sorarsanız bu aralar en çok düşündüğüm şey insanların büyüdükçe içtenliğini kaybetmesi ve sonrasında gülme isteklerinin de azalması....

Mutluluk, siz çocukken ummadığınız anda size çikolata alınmasında gizliydi, babanızın şefkatinde, annenizin dizlerinde.. Sonra zaman geçti, O geldi hayatınıza. O' nun gülüşü gülüşünüz oldu, elinizi tuttuğunda mutlu oldunuz, bıraktığında mutsuz.. Çocukken ilk gördüğünüz yağmurun sizi ıslatması  nasıl da mutlu etmişti sizi oysa..Sonra aşık olduğunuz kişi sizinle ıslanmak istemeyince ne kadar mutsuz oldunuz...


Biz hep anlamlar yüklemeye başladık gülmelere, mutlu olmak için hep birilerine ihtiyaç duyduk. Kendi kendimizi mutlu etmek hiç öğretilmedi bize, zaten kendimiz de öğrenmek istemedik. Aynadaki görüntümüze düşman olduk, kalbimizle dost olamadık, beynimize söz geçiremedik. Aradan yıllar geçtikçe, çok zaman geçtikçe çözdük gerçeği '' mutluluk içimizde '' ne sevdiğimiz birinde, ne başka maddi bir şeyde...

Mutluluk sizin kendi kendinize olan ufacık bir gülüşünüzde ufak bir konudaki başarınızda, kendinize teşekkür etmenizde.  Arkadaşlarımla ya da öğrencilerimle konuşurken hep bunu anlatıyorum artık.  Kendinizi kötü hissettiğinizde içinizdeki çocuğa bir göz kırpın, aynada kendinize bir gülücük atın, ''bugün fıstık gibisin'' deyin, ''bugün bütün güzel şeyleri hak ettin '' deyin. Kıymetli olduğunuzu unutmayın..


Çevremde negatif enerjisi ile hayattan bıkmış bir halde dolaşan ve sürekli şikayet eden insanların artık tazelenmesi gerektiğini anlatıyorum.  Hayat çoğu zaman sil baştan yaşatır kendini. Acılarla tecrübe edilmiş bir hayat kişilik kazandırmaz. Yalnızca öğrenilmiş duyguların sahibi olursunuz o kadar. Ne zaman ne yaşayacağınızı nasıl bilebilirsiniz ki ? Bu sebeple hayat şimdi var ve şimdi güzel. 


Her şeyden önce siz varsınız, siz değerlisiniz, hayatınızdaki en önemli şeysiniz. İşte kim bunu fark ederse mutluluğun sırrına erişmiş olur. Unutmayın bu ruh, bu beden size büyük tasarımcının ( Allah'ın ) hediyesi, onu gülümsetip mutlu etmekse elimizde..

Ve şunu da unutmayın ki ;

''Gülmenin olmadığı yerde hayat durmuş demektir. Gülümseyin yan etkisi yoktur. ''

Mutlu kalın...

Gönül Dicle İpekçi

23 Kasım 2014 Pazar

Öğretmenler günü

''Ülkemizi gerçek hedefe, gerçek mutluluğa kavuşturmak için iki orduya ihtiyaç vardır. Biri vatanımızı kurtaran asker ordusu, diğeri ulusumuzun geleceğini yoğuran irfan, bilim, kültür ordusudur. ''

Mustafa Kemal Atatürk




İnsanoğlu bilgisiz yaşayabilir mi ? Pek tabi ki yaşayamaz. Bu bilgi tomurcuğunu veren büyümesine katkısı olan öğretmenlerdir. Bir çocuk ilk başta ailesiyle alır bilgiyi  daha sonra öğretmeniyle devam eder. Ancak öğretmen ailenin öğrettiğinden çok daha fazlasını aktarır çocuğa. Onu geleceğe en iyi şekilde hazırlar, bilgiyle donanımını sağlar. 
Öğretmen çocuğa yeri gelir kızar yeri gelir onore eder. Önemli olan öğrencinin bunu anlayıp onun da öğretmenine olan sevgisinin yanında özellikle saygısını yitirmemesidir. Eğitim önce evde verilir daha sonra okulda yani okul çocukların ikinci evidir. Çünkü günün büyük bir bölümünü orada geçirir. Çocuklarımızda bazen dil sürçmesi olur anne ya da baba yerine öğretmenim dedikleri çok olur. Çünkü günün büyük bir bölümünü geçirdikleri öğretmenlerini anne baba yerine bile koyabiliyorlar. Öğretmen sevgisi bu kadar yücedir işte çocukların yüreğinde. Burada ilköğretim öğretmenlerinin, insan hayatında çok büyük rol oynadığını özellikle vurgulamak isterim. Ortaokul ya da lise de bir çok öğretmen bizlere emek vermiştir ancak ilk aklımıza gelen ilkokul öğretmenimizin adıdır. Bizler de çok büyük etki bırakan öğretmenlerimizi unutmamız mümkün değildir. Kişilik oluşumunda büyük bir role sahip ilkokul öğretmenlerimizin payını unutmak mümkün değildir.Hani ne derler, ağaç yaşken eğilir. Bu ağacı sulayan ve başta aile ve özellikle öğretmenlerdir, eli öpülesi öğretmenlerdir. Çünkü öğretmenler sadece belirli bir zamanın değil dünün, bugünün ve yarının sahipleridir.
Öğretmen sevgisi bir başkadır. Yürekten gelir yapmacıklık yoktur. O halde bizlere düşen çocuklarımızın öğretmenlerine olan saygı ve sevgiyi yitirmeden sorumluluklarını yerine getirip başarılı bir birey haline gelmelerine katkıda bulunmaktır.

Tüm Öğretmenlere ''Öğretmenler Günü '' kutlu olsun diyerek selam ve saygılarımı sunuyorum.


Gönül Dicle İpekçi




24 Ekim 2014 Cuma

Saniyelik Yaşıyoruz

''Hayata yeniden başlasaydım saniyelerin nabzını tutardım.''


                                                                             Dostoyevski




Yaşamak, ne güzeldir zamanın önemini anlayabilseydik eğer...Düşünsenize her saniye , her gün, her ay, her yıl yaşamak için yarışmaktır aslında. Hayat, saniyelere indirgeyip sığdırabildiğiniz şeylerin bütünüdür bence, bazen iyi bazen kötü şeyler.... 

Bazen diyorum ki keşke Dostoyevski'nin dediği gibi saniyelerin nabzını tutabilsek.
Düşünsenize, Depremin oluşumu, dakikayı bile bulamayabiliyor ve saniyeler içinde her yer yıkılıyor.. Binlerce insan ölüyor, binlerce insan evsiz kalıyor. Uçaklardan şehirlere atılan bombalar saniyeler içinde yere düşüyor ve binlerce insan ölüyor, hayatlar mahvoluyor.  Uçaklar gökdelenlere saniyeler içinde çarpabiliyor ve o saniyeler içinde yine binlerce insan ölüyor, binlercesinin de hayatları sona eriyor. 
Her şey bu kadar kolay işte. Ve bütün bunlar saniyeler içinde gerçekleşiyor.

Uzmanların saatlerce sürdüğü sanılan rüyalardaki olayların aslında bir kaç saniyelik süre içinde gerçekleştiğini söylemeleri gibi. Uyandığınızda rüyanızda ne kadar çok şey gördüğünüzü düşünürsünüz. Aslında bu dünya hayatının kısalığının gördüğümüz bir rüya süresinden farkı yoktur.

Bir de insanın hiç değerini bilmediği gençlik yılları, hani göz açıp, kapayana kadar geçen, bazen nefes alıp verme misali geçen yıllar...Başa dönebilme şansı olsa, neler yapmaz insan, kaç keşke biriktirdiniz içinizde düşünsenize... Kaç kez ben şimdi genç olsaydım ile başlayan cümleler kurdunuz, isteklerinizi çocuklarınıza yaptırmayı denediniz... Hayat size verilen bir hediye, kıymetini bilip, zamanın değerini çözebilirseniz eğer...

Saniyelerin nabzını tutup, geç olmadan isteklerinizi yapmanız dileğiyle...

'' Hayatın en güzel günleri 'daha erken' demekle geçer, sonra 'çok geç' olur. ''

Flaubert


Sevgilerimle

Gönül Dicle İpekçi

2 Ekim 2014 Perşembe

An'ı Yaşamak

Hayat bir tercih meselesidir,
Geçmişi düşünürsen masal, 
geleceği düşünürsen hikaye,
bugünü düşünürsen gerçektir.

Her güne hayatının en güzel günü olması için şans ver. 

Mark Twain...






Hayatta ne yapıyorsak yapalım  her şeyin hakkını vererek yapmalıyız , sonuçta bize bir şey kalamayacak bile olsa tam anlamıyla yapmış olduğumuz  bir şeyden asla pişmanlık duymamalıyız. Geçmiş ya da gelecek ile değil anı yaşamalıyız. Şu an var sadece. An' da olmalıyız.  Gerçek kaynak orası...

Zamanımızın hızla geçtiği ve artık zamanın yeterli olmadığı bir dönemi yaşıyoruz. Hayat artık bir koşuşturmaca ve çoğu insan için de ağır gelen bir rutin haline gelmiştir. Tatili artık iple çekiyoruz ve zaman dilimindeki en ufak bir boşluğu özlemle bekliyoruz. Hafta sonunu beklerken pazar günü de pazartesi sendromunu yaşıyoruz.Ve artık öyle bir hale geliyoruz ki zamanımızı öldürdüğümüzü ve sıkıcı hale geldiğini düşünmekten alıkoyamıyoruz kendimizi.  Zaten acı olan da budur değil mi ?  Oysa artık dur demenin zamanı çoktan geldi. Şöyle bir durup derin nefes almalıyız. Hayatımıza anlam katacak seçimlerimizde bizi motive edecek güzelliği düşünmeliyiz. Biz neyle mutlu olabiliriz ?; nasıl yaparsak daha mutlu oluruz ?  Bunları bilip hayatımıza uygulamalıyız. An' ı yaşama şansı vermeliyiz kendimizePeki bu şansı nasıl vereceğiz ? 

Örneğin doğasıyla muhteşem bir yere gidiyorsunuz.  Orada o güzelliği gerçek anlamda yaşamak yerine hemen fotoğraf çekimine sarılıp geleceğe anı bırakmaya çabalıyoruz. Oysa  şöyle derin bir nefes alıp An'ı yaşama fırsatını kaçırmamalıyız. Geleceğe yönelik anı bırakma çabası hazırlamak gayet doğaldır ancak o muhteşem yerde, her şeyi bırakıp kuş seslerini dinlemek veya denize bakmak, veya da o güzel manzaranın farkına varmaktır aslında An'ı yaşamak. Yani iyi bir geçmiş hazırlamak sadece çektiğimiz bir kaç foto ile sınırlanmamalı, o muhteşem yerin hakkını vererek yaşadıklarımızla sınırlandırılmalı aslında.  İnanın o zaman çok daha mutlu oluruz...

Yine bir başka örnek verelim dilerseniz. Örneğin müzik dinlerken o an sadece zaman öldürüyor olmak yerine derinlere inerek keyifle güzel düşüncelere ufak bir yolculuk yapabiliyorsak An'ı tam anlamıyla yaşıyoruz demektir. Geçmişi artık bir tarafa bırakmalı, yani geçmişli düşünerek geleceği planlamanın bir anlamı yok. Gün içinde yoğunlaşarak kaliteli geçirilen bir planlama zamanı çoğu zaman yeterli olur. Ancak geçmişte güzel bir anıyı kafamızda canlandırıp büyük bir yaratıcılıkla planlar yapmak ta ''an'ı'' kaliteli ve planlı yaşamak anlamına gelir.

Mandela'ya sorarlar “Yıllarca acı çekmek nasıl bir şeydi” diye...

Mandela ise;

“Ben acı çekmedim. Günü yaşamanın önemini ve yarını çok düşünmemek gerektiğini öğrendim” demiş.
An'ı yaşamak günlerce yorulmuş olan zihnimize dinlenme fırsatı verir. Kişinin geçmişi değerlendirmesi, düşünmesi ya da gelecek ile ilgili plan yapması gereken zamanın miktarı çok azdır. Dolayısıyla zamanın çokluğu değil yaşamın  kalitesidir önemli olan. 

Sözlerimi, Osho'nun güzel bir cümlesi ile noktalıyorum.

''Mutlu ya da mutsuz olmanın senin yetkinde olduğuna karar verdiğin an hayatının dizginlerini ellerine almış olursun. Artık asla bir başkasının seni mutsuz ettiğini söyleyemezsin. Bu kölelikten kurtulduğunu açıklamak olur.'' 

Her yaşadığınız günün  hayatınızın en güzel günü olması dileğiyle..

Sevgiyle kalın..


Gönül Dicle İpekçi




27 Eylül 2014 Cumartesi

Güzel Bakan Güzel Görür






Güzel görmek için güzel bakmak gerekir deriz hep yani bir başka deyimle , güzel algılamak ve güzel yorumlamak gerekir. İnsan, nasıl görmek istiyor ise, öyle görür; kısaca her şey niyete ve isteğe bağlıdır.

Güzel duygu ve güzel düşünceler ruh güzelliğinin birer ürünleridir. Saplantısız, ön yargısız ve iyi niyetli yaklaşımlar güzel bakmayı sağlar. Burada fiziki güzellik değil sadece öncelikle maneviyat yani ruh güzelliği söz konusudur.

Elbette  bakmakla görmek arasındaki nüansı hepimiz iyi biliriz. Her bakan göremeyebilir; bir başka deyişle, görmek için muhakkak bakmak gerekir. Fiziki açıdan bakınca öncelikle şekil görürüz. Kalpten bakarsak maneviyat buluruz. Hangi yolla olursa olsun ilk bakış hem önemli hem de bazen yetersizdir. İlk baktığımız şeyi yorumlamak yanlış olur. Çünkü o an kendimizi iyimser ya da karamsar hissedebiliriz. Bu hissettiğimiz duyguların olgunlaşmasını bekleyerek bakıp, yorum yaparsak daha doğru bir sonuç alırız. Yani gerek fizyolojik gerekse psikolojik etkilere bağlı olarak yapılan yorumlar sadece kendi bakış açımızı doğurur. Oysa genel bir açıdan bakmak ve yorumlamak gerekir. Bu da sanıldığı kadar kolay olmasa gerek. 


Dolayısıyla kendimizi ve değerlerimizi zamana bırakarak çözüm bulma yoluna gitmeliyiz.. 
Güzel olanı güzel görebilmek için benim önceliğim ruhen yani kalpten yani yürek gözüyle bakmak gerekir. Ama huzurlu bir kalple...Reşat Nuri Güntekin İn bu sözleri sanırım konuyu iyice özetliyor.
'' Kalbin gözleri vücudun gözlerinden daha iyi görür.''

Yine bir başka güzel sözü de eklemeden geçemeyeceğim;

''Leylanın güzelliğine ancak Mecnun'un gözleriyle bakmalısın ki onu seyretmenin sırrı sana da görünsün. ''(Sadi) 

Oscar Wilde 'in şu güzel sözüyle noktalamak istiyorum; 

'' Akıp giden bir bataklığın içindeyiz hepimiz ama yıldızlara bakıyor bazılarımız..''

Bütün güzellikler hepimizin olsun..

Sevgiyle ve güzelliklerle kalın...

Gönül Dicle İpekçi


26 Eylül 2014 Cuma

Masum Değiliz


Bir çocuk ne zaman büyür dersiniz ? İlk ne zaman fark eder bunu? Siz hiç yorulmadan ben size söyleyeyim, masumluğunu kaybetmeye başladığında...
Bazı günler, canım hiç bir şey istemediği zamanlarda sadece çocukları izliyorum , hareketlerini , sergiledikleri davranışlarını izliyorum. Yerden kalkmak için artık gözünüzün içine bakmıyor ve kendiliğinden kalkıyor çocuklarımız ne güzel değil mi? Sonra biraz daha büyüyor, biraz daha fazla oyun oynayabilmek için size ufak yalanlar söylemeye başlıyor, mesela, ''Anne ben ödevimi yaptım, biraz daha oynayabilir miyim?'' diyor... Hadi bunlar zararsız olanları.... Sonra yine zaman geçiyor dışarı çıkmak için söylenen yalanlar, başka bir yalan daha sonra bir başkası derken masumluğu kaybetmeye başlayıp, büyüme evresi başlıyor. Kız ya da erkek aşık oluyor.... En masum haliyle... O kadar yaralanıyor ki, ayağa daha güçlü kalkmak için daha acımasız oluyor, arada masum olduğu yanlarını özlerse soluğu annesinin yanında alıyor, gidebilecek hala bir anneniz varsa şanslısınız, ya da babanız pek tabi ki. Sonra iş dünyasına giriyor, çocuk sudan çıkmış balık, ne koruyanı, ne kollayanı var, elinde körü körüne öğrendiği bilgileri ve bir de hevesi var sadece. O,  herkese yardım ederken bir de bakıyor ki, hiç kimse ona yardım etmiyor ve bir darbe daha...
Artık teksin çocuk ! Sonra hırçınlaşma dönemi... Etraftaki kimseyi duymadan ayakta kalma çabası, sonra başkalarını ezme dönemi...Üniversiteye gidenler bu sürece bir sonraki basamakta gelecek ama üniversitede de masumluğundan bir kaç şey daha kaybederek....Üniversite de sevdiğin kişiye güzel görünmek için yaptığın makyaj, ya da kıza kendini beğendirmek için giydiğin tarzın olmayan kıyafet, yine sizi masumluğunuzdan uzaklaşmaya çağıracak. Tabi sadece bununla kalmayacak, sınavı her kaçırdığımız zaman ailenize ve yakın akrabalarınıza sınavda ki başarısızlığınızı örtecek küçük yalanlar söyleyeceksiniz belki de.. Yalan bedava ! Başınıza hiç gelmeyecekmiş gibi bu yalanların ardı arkası kesilmeyecek. Ha bir de o  sırada sosyal medyada sadece olmak istediğiniz kişi olacaksınız. İnsanları kendinize biraz  hayran bırakabilmek için ya da tamamen içinizden geçen şeyleri paylaşacaksınız, ta ki herkesin yalan yanlış şeyler yazdığını fark edene kadar.
Belki bu süre zarfında ailenizden ya da arkadaşlarınızdan birini kaybedeceksiniz. İyice acımasız olacaksınız. Otobüs durağında biri mi bayılmış, umurunuzda olmayacak, ya da numara yapıp paranı çalarsa diye düşüneceksiniz belki de ve yardım etmeyeceksiniz. Çünkü sizin insani değerlerinizden daha önemli olan tek şey paradır.Var olma amacınızın para olduğunu hatırlayıp bayılan kişinin yanından öylece geçip  gideceksiniz,, Hamileye, yaşlıya yer ver vermeyip uyku numarası yapacaksınız. Sevdiğiniz kişiye dürüst olmak yerine yalan söyleyip, taktikler yapacaksınız. Bu da yetmeyecek işteki herkesin rakibiniz olduğunu bilip, ezip geçeceksiniz. Sadece var olmak için bunları yaparken var olma amacınızı, esas amacınızı kendinize asla sormayacaksınız.

Artık tüm evreleri tamamladınız...

Doğdunuz, büyüdünüz, düştünüz, yalan söylediniz, kalktınız, acı çektiniz, birini kaybettiniz, yalan söylediniz, hırçınlaştınız, kazandınız, ezdiniz....

Kutlarım ! Artık masum değilsiniz...

Sevgiyle ve masumiyetinizle kalın...

Gönül Dicle İpekçi

21 Eylül 2014 Pazar

Doğum Günüm


Tek başına çok sesli bir orkestra coşkusu var bugün içimde .ne kaba, ne kaşığa sığarım..o kadar mutluyum,neşeliyim yani. Neden mi ? Çünkü bugün benim doğum günüm. Her yıl bir yıl daha yaşlansak ta hep aynı heyecan, aynı hazla doğum günümün kutlanması beni mutlu kılmıştır. 
Hayaldi gerçek oldu diyebilmek için önce hayal etmek lazım sonra da azim gerekiyor hayatımızda. Ve ben bu güzel günün umuduyla bu yıl hayalimdeki hedeflere ulaşabileceğime önce inanarak sonra isteyerek ve de umut ederek yaşamaya devam ediyorum. Eylül ayını çok severim oldum olası belki de Eylül'ün 21. gününde doğduğum içindir Eylül ayında hep bir sevinç ve heyecan kaplar içimi.
Bazen her şey ne gördüğünüz ne bildiğiniz gibidir ,zaten kaosta ihtiyaç duyulanda budur. Önemli olan kaosun neresindeyiz? İçinde mi? Dışında mı? Ben içinde olduğumu düşünüyor ve bundan da son derece mutluluk duyuyorum.....
İnsan sürekli kendini yeniler, sürekli değişir zaman ve yaş gözetmeksizin. 
Kendimizi yenilerken değişikliklerini farkında olarak yaşamak bizi ve çevremizi daha mutlu kılar.
Kendimizi dinleyelim bize mutlaka söyleyecekleri vardır.

Van Gogh 'un şu sözlerini yazmadan geçemeyeceğim..
''Yakın arkadaşlar yaşamın gerçek hazineleridir . Bazen bizi kendimizden daha iyi tanırlar. Nazik bir dürüstlükle bize rehberlik eder ve bizi destekler,kahkahalarımızı ve gözyaşlarımızı paylaşırlar. Varlıkları bize hiçbir zaman yalnız olmadığımızı hatırlatır. ''

İşte böyle bir mutluluğu ben bugün yaşıyorum eş dost akraba sevgi dolu tüm arkadaşlarım ailem çocuklarım beni böyle güzel bir günde yalnız bırakmadılar. 

Evet bir yaş daha büyüdüm bir yılı daha geride bıraktım...Ve bir yıl daha yenilendim, yenileniyorum... Yenilendikçe , deneyimleniyorum...Deneyimlendikçe, öğreniyorum... Öğrendikçe , hedefliyorum... Hedefledikçe, uyguluyorum... Uyguladıkça, başarıyorum... Başardıkça, yaşıyorum..

YAŞADIKÇA, YENİLENİYORUM.

Herkesin en az benimki kadar mutlu bir günü olsun...

Sevgilerimle..

Gönül Dicle İpekçi

19 Eylül 2014 Cuma

Masumiyet Müzesi

''Hayatımın en mutlu günüymüş bilmiyordum diye başlar '' kitap..

Masumiyet müzesi Orhan Pamuk'un anlattığı kitabın aynı zamanda da müzenin adı.  Kemal ile Füsun'un aşkının anlatıldığı bu kitap deyim yerindeyse okuduğum en iyi kitaplardan biriydi.
Kitabın ilk cümlesi ile sonu bence çok bağlantılı, korkmayın speaker vermeyeceğim :)
Kitapta zengin Kemal ile uzak akrabası Füsun' un saplantılı aşkı konu ediliyor, ve tüm hikaye neredeyse Çukurcuma da ( Beyoğlu) geçiyor.
Kemal, Füsun 'un eşyalarını çalıp hayatı boyunca biriktiriyor ve sonra Füsun'un evi müze oluyor.
Müzeyi de gidip gezdim. İstanbul' da artık bence  gezilmesi gereken yerlerin başında gelir diye düşünüyorum Hatta oyuncak müzesini de rehberler tur proğramlarına eklemeli. Her neyse kitap ile müzeye giriş  ücretsiz, kitabınız yanınızda değilse 20 Tl gibi bir ücreti var ve bir de isterseniz sesli rehber (dinleme cihazı) satın alıyorsunuz 5 Tl ye. Müzede sergilenen her şey bir  aşka ama özellikle de Füsun'a ait. Bu tarz bir müzenin olması kitabın zihninizde gerçek olmasını doğruluyor.

Gerçek bir hikaye olduğu kitapta belirtiliyor, gerçek veya kurmaca... İki türlü de inandırıcı. Bazen üzülerek bazen tebessüm ederek geziyorsunuz müzeyi. Kemal'in çektiği 8 yıllık acı , kendi acınız oluyor. bir anda. Müze de aşkın 11 evresini anlatan  bir resim sergileniyor. İncelemenizi şiddetle öneririm.



Diğer etkilendiğim ise Füsun'un küpeleri ile bir kadeh rakının sergilenmesi, aşk ve keder bir arada yani.

Ne diyelim okumanız ve gezerek yaşayabilmeniz umuduyla.

Sevgiyle kalın.

Gönül Dicle İpekçi

26 Ağustos 2014 Salı

Ne kadar Özveriliyiz?

Ne kadar özveriliyiz ? Özverili olmanın sınırını iyi kullanabiliyor muyuz ? Özveri nedir ? Bence öncelikle çok kutsal kabul ettiğim bu kelimenin sözlük anlamına bakmak gerekiyor. Özveri ; Bir amaç ya da istek uğruna kendi çıkarlarından vazgeçmek veya diğer bir anlamıyla fedakarlık...demektir. Türk toplumunda özveri daha bir klasik açıdan ele alınır. .Çok değerli annelerimiz bizleri özverili bir şekilde büyütmüşlerdir.  "Ben önemli değilim, çocuklarım mutlu olsun" felsefesi ile hareket etmişlerdir. 
Ancak sürekli özveri gösteren kişinin kendine zararı yok mudur? İnanın bunları yazarken çoğu zaman kendimi sorguluyorum. Çok fazla özverili olduğumu düşünüyorum. Aslında  bizlerin de bir yaşantısı vardır .Sosyal çevre arkadaşlık gibi etkenler söz konusudur. Bunları düşünüp hayata uyarlamak gerçekten kendi açımdan zor diyebilirim. Belki annemin bana karşı göstermiş olduğu büyük özverinin altında eziklik hissetmemek adına yapıyorumdur. Anne olduktan sonra bu kavramın ağırlığını, ama bir o kadar da hafifliğini yaşıyorum aslında. İkizlerime de birbirlerine karşı özverili olması gerektiğini anlatıyorum çoğu zaman ve  hatta bunun için; Can Göknil'den bir özveri ve dostluk masalı olan Kirpi Masalı nı kitabını alıp kütüphanemize koyduk bile..


Özveri açısından bakıldığında kadınların erkeklerden daha fazla fedakar bir yapıya sahip olduklarını söylemeden geçemeyeceğim. Eğer bir kadının yüreğinde annelik hissi varsa o annenin yapamayacağı fedakarlık inanın yoktur.
Eli öpülesi annelerimiz arkadaşlarından yani o zamana ait günümüz şartlarına göre kısıtlı sosyal hayatlarından fedakarlık ederdi. Biz ne yaptık karşılığında papuç kadar dilimizle “ben büyüdüm, bana karışma” sözcükleri ile dolu cümleler sarfettik belki de. Ama anne olduktan sonra bunları daha iyi kavrayıp işte böyle yazıya dökebiliyoruz. 

Hepimiz çocuklarımız için elimizden geleni yapmaya devam edeceğiz ve ne gerekiyorsa yapacağız. Adı ister özveri olsun ister fedakarlık Sadece bizler annelerimizden ders alalım ve özverili olurken onların yaptığı gibi kendimizi kaybetmeyelim istiyorum çocuklarımıza karşı daha mantıklı davranalım diyorum. 
Ama bu konuyla ilgili okuduğum ve de çok etkilendiğim kitaplara ve filmlere örnek vermeden geçemeyeceğim.İlk aklıma gelen Kitap Amerikan yazar Betty Mahmudi' nin ''Jamais sans ma fille'' yani ''Kızım olmadan asla''. Bu kitabı çoğumuz okumuştur. Ben çok etkilenerek okumuş hatta filmini de izlemiştim.
Yıllardır evli olan İranlı doktor Mudi ve Amerikalı Betty Mahmudi Amerika'da yaşamaktadırlar. Mudi Betty Mahmudi'yi İran'a ilk defa gitmeye ikna eder. Betty'nin, Ortadoğuya gitmek hakkında korkuları olsa da, kocasının sempatisi ağır basar ve kabul eder.Oldukça muhafazakar bir sistem karşısında Betty kocasından boşanıp ülkesine geri dönmek ister. Kocasından boşanırsa İran'ı terkedebilir, ancak bu durumda kızı İran'da kalmak zorundadır. Kocası her geçen gün daha agresif bir kişiliğe bürünür. Betty bu durumda Müslüman eş rolünü oynar ve kocasına İslam'ı kabul edebileceğini söyler. Kızı olmadan asla gidemeyeceğini anlar.

Jamais sans ma fille ( Kızım olmadan asla )
Yine bir başka etkileyici film olan Café de Flore, filmdeki iki farklı hikayeyi birleştiren ve film boyunca bize eşlik eden bir müzik parçası. Günümüzde geçen, işinde başarılı ama arayışları olan, kendisini ‘tam’ hissetmeyen ünlü DJ Antoine Godin (Kevin Parent) ve sadık eşi Carole (Helene Florent)’ün yıkılan evliliği ile 40’lı yılların başında otistik oğluyla hayatın zorluklarına göğüs geren Jacqueline’in (Vanessa Paradis) mücadelesi ortak bir şarkıda kesişir ve zamanlar arası gidip gelirken film gerçekçi diyalogları ve samimi canlı karakterleriyle ruhumuza işler. Defalarca izlediğim ve izledikçe haz aldığım bir film.

Café de Flore
Café de Flore filminden etkileyici bir sahne
Sevgi ne kadar özveri ne kadar fedakarlıktır ?
Bu film bizlere sevginin tanımını en güzel şekilde sergiliyor  ve her sahnesinde ruhumuzun en gizemli hissi olan sevginin boyutlarında bizi gezdiriyor. Sevdiğimiz şeylerin sahibi olduğumuzu düşünüp sahip olduğumuz şeye daha fazla özveri göstermeye başladığımız, en sonunda da mağlup olup sevginin en üst noktasında sevileni özgür bırakmak adına sevgi özgürlüğünden feragat etmemiz gerektiği gerçeği, bu durum hüzünlü ama bir o kadar gerçek malesef. Sevgi ve sadakat gibi konuları anlatırken zaman içerisinde, ruhlar arasında etkileşim yapan filmin anne-oğul örneklemesini en başarılı bir şekilde bizlere gösteriyor.
Son olarak şunları söyleyerek konuyu toparlamak istiyorum. Özverili olmak için, kişinin çok fazla çaba harcaması gerekmiyor aslında. Eğer içimizden geliyorsa zaten özverili  davranışlarda kolayca bulunuruz. Bu kişinin yapısıyla ilgili bir durumdur. Ancak dozunu ayarlamamız gerekir. İşte önemli olan bu..


Ya sizler ne kadar özverilisiniz? Bunun dozunu ayarlama da ne kadar başarılısınız ? Özveriyle katacağınız güzel yorumlarınız için şimdiden teşekkür ediyorum..Ve beni özveriyle büyüten aileme saygı ve sevgimi bir kez daha dile getiriyorum.


Sevgiyle ve özveriyle kalın..


Gönül Dicle İpekçi

17 Ağustos 2014 Pazar

Kara Gün

Hiç unutmam, 
hiç unutmayın. 
İnsan nasıl direnir başka? 
Hiç unutma!

Turgut UYAR


O geceyi daha dün gibi yaşıyordum. Annemle Yalovadan 1 gün önce Beylikdüzüne ablamlara gelmiştik. O gece orada kalmayı planlamıştık. Geç saatte uyumuş olmamıza rağmen gondolda sallanır gibi sallanarak uyanmak ve o yeraltından gelen sesi hissetmek benim için çok ürkütücüydü. Anneme sarılmıştım ve avazım çıktığı kadar bağırıyordum çünkü adeta 11. katta bir salıncakta sallanıyor gibiydim. O an içimden geçen tüm duaları okuyor allaha yalvarıyordum çünkü dışarı çıkmak gerçekten zordu. Değil dışarı çıkmak yataktan doğrulmak dahi zordu. Dengemizi koruyamıyorduk Ve saat 3 ten sonra hepimiz sokaklara dökülmüştük bir taraftan radyoyu dinleyip yıkıntıları dinlerken diğer taraftan sarsıntının derecesini öğrenince çok paniklemiştik Arabada oturuyorduk sonra sabah olduğunda Avcılara doğru yol aldık Ağlayarak geri döndük. Gözlerime inanamamıştım. Yıkılan evler yükselen feryatlar.... Gözümün önünden bir türlü silemediğim sahnelerdi bunlar.O gün annemin rahatsızlığı nedeniyle zorlukla bulduğumuz bir uçak biletiyle memlekete kaçmıştık. Biz kaçabilmiştik ama ya kaçamayanlar ?...
Deprem sadece coğrafyayı yıkmıştı. Ama ardında bıraktığı acılar, insanı, insanları yıkmıştı. On binlerce insan yıkılmıştı içlerindeki depremden. Sismografik anlamda bir tane deprem olmuştu ama o bir deprem, on binlerce insanda artçı şok bırakmıştı. Görüyorum, tanık oluyorum bazen. Halâ toparlanamayan insanlar var.
 
Kimse Kalmadı Komutanım - O Şimdi Asker Filminden
O Şimdi Asker filminden 17 Ağustos 1999 depreminin yaşattığı travmaları en iyi anlatan sahne..

Bu filmi her izlediğimde boğazlarım düğümlenir. Çok başarılı bir oyun sahnelenmiş adeta gerçek gibi....
17 Ağustos1999 tarihe kara gün olarak geçen bu günde ölenlere allahtan rahmet diliyorum 
Böyle kara günleri bir daha yaşamamak için dua edelim sevgili dostlar. 

Ve hayata korkmadan pozitif bir şekilde sarılarak yaşayalım.

Selam ve sevgilerimle...


Gönül Dicle İpekçi

9 Ağustos 2014 Cumartesi

Yalnızlığın Özlem Hali


İnsan sahteliklerden arınınca özlemleri başlar. Tüm gün hem kendine, hem aynalara yalan söyler. Sonra gece başlar, tüm çirkinliklerin üzerini örter, size hafiften bir hüzün çöker. Anılarınıza gülümsersiniz sessizce, başucunuzda annenizin ruhu belirir, başınızı okşar, şefkatle size gülümser, ardından babanızın ruhu tüm kudretiyle ''geçecek'' diye fısıldar, hayaldir bilirsiniz ama anlık ta olsa mutlu olursunuz. 

Hani öyle bir an gelir ki sadece rüya görmek için uyursunuz sırf sevdiklerinizi-kaybettiklerinizi görebilmek için.
Uyanınca soğuk bir ter basar ya hani, ah içeren bir keşke çekersiniz; ''Keşke, hiç bırakmasaydım ne olacaksa olsaydı''. Anlatsanız kimse anlamaz dostlar, çünkü sadece ateş düştüğü yeri yakar. Ve bir daha anlarsınız ailenin bir başka olduğunu , sizi hiç terk etmeyen yalnız ve yalnız doğruyu söyleyenin onlar olduğunu. Evet bir tek onlar... Ama siz bunu anladığınızda artık çok geçtir.

İnsan büyüse de özlermiş babasını, zaman geçince anlarsınız. Sonra sessizce ''hayırlısı'' dersiniz, tahammül gücünüzü zorlarsınız, yanınızdakilere sımsıkı sarılırsınız. Sonra gündüz olur hiç bir şey olmamış gibi güler geçersiniz, bilirsiniz çünkü hayattır bu gelir ve geçer. Ve yine bilirsiniz ki yalnızlığın özlem halidir bunlar....
Uzaklardan bir şarkı sesi geliyor kulağıma " Seni özlemek şimdi hiç duymayan birine dünyanın en güzel şarkısını söylemek kadar anlamsız"...

Evet sanırım babamı özledim, iyi ki doğdun babacım, ölsen de hep yanı başımdasın bugün, doğum günün kutlu olsun.

Gönül Dicle İpekçi

5 Ağustos 2014 Salı

Ayrık Otlardan Yollara



Hayatında yer açmaya bazen dolabından başlarsın.. Gereksiz ne varsa atarsan rahatlayacağını düşünürsün. Çünkü her şey geçmişinin yüküyle omuzlarındadır. Böyle başlarsın yer açmaya hayatında. Ardından ayrık otu gibi etrafını sarmış sana hiç bir şeklide faydası olmayıp üstelik her türlü zararı bulunan  insanları  temizlersin. Ruhun biraz arınır ama yetmez soyutlarsın kendini. Daha çok müzik, daha çok kitap, daha az insan  Böyle anlarda seni en iyi anlayanlar ''gitmek'' üzerine olan filmler ve yazılar olur. 




 Bir an için uzaklaşırsın her şeyden  Özlersin hiç yapmadığın, yapamayacağın şeyleri. Oysa bilirsin sana bir yol lazım. Ruhun sürgün olmuş bir kere gitmen lazım.Gidince herkesten arındın zannedersin



Çok zaman sonra anladım Eat Pray and Love filmini neden bu kadar sevdiğimi. Kadın belki de benim kahramanımdır. Kimisi için yaptığı her şey şımarıkça çünkü evli ve başarılı bir yazar kendisi. Önce boşanıyor...sonra ev,  para, her şeyi boş verip hayatına bakıyor, üç ülkeye gidiyor. İtalya yemek yemek için, Hindistan ruhunu temizlemek için, Bali ise dinlenip kendini bulmak için. Gitmek için yeterli değil mi bu sebepler.... Ama esas felsefi düşünce  filmde dua ve sevmekten geçiyor. 

Bana sorarsanız sevgili dostlar hayatın yegane mutluluk anahtarı budur. Birde içsel yolculuk... klasik söz vardır ya, yazmazsam ölürüm tam da bu sözle başladı içsel yolculuğum. Yazarken mutluyum, bu benim en büyük gitme yöntemim. Zannetmeyin ki başka gidişlerim olmadı benim. Hayallerim uğruna bir ülke peşine gittim ben, sonra bir başka ülke... Hepsini eskittim ta ki içimdeki ülkeyi keşfedene dek.  Açlıkla aradım kendimi sokaklarında, kaybolmanın  verdiği heyecanla sarıldım hayallerime, yol çekti beni.
Fransa da  en sevdiğim aile restaurantında hindulu bir bayan  garson bana ''yol senin içinde'' demişti.  Hala düşünürüm yol benim içimde, evet kendi keşfimizde... Ayrık otları temizledikçe açılır içimizdeki yol yeter ki engelleri aşmayı bilelim. 

Şükürle, yolculuklarla, heyecanla, sevgiyle kalın...

Gönül Dicle İpekçi

3 Ağustos 2014 Pazar

Yalnızca Dostum Ol..

Önümden gitme seni izleyemeyebilirim. 
Arkamdan da gelme yol gösteremeyebilirim. 
Yanımda yürü ve yalnızca dostum kal.

Albert Camus



Bugün blog sayfama ne yazabilirim diye düşünürken Çok değerli arkadaşım Mukaddes Tiryaki 'nin kayda değer bir paylaşımında Melike Demirağ'ın Arkadaş adlı parçası ile bizlere, çok değerli arkadaşlarına ithafen bugünün Dünya Arkadaşlık Günü olduğunu hatırlatması üzerine heyecanlanıp hemen bir şeyler yazıp sizlerle paylaşmak istedim.
Hepimiz nesnel dünyamızda yaşıyoruz; duyuyoruz, konuşuyoruz ve görüyoruz. Peki, hayata doğru bakmasını biliyor muyuz? Yani bir şeye bakarken yaptığımız değerlendirmeler objektif mi, yoksa aklımız, duygularımız, bilgimiz ve edindiğimiz tecrübelerin etkisinde mi kalıyoruz ? İşte bakış açılarımız aslında bir süzgeçten geçirip öncelikle kendimizi eleştirmeliyiz. 
Bugün her zamankinden daha çok dosta, arkadaşa, sevgiyi çoğaltacak arkadaşlıklara, hüznümüzü  azaltacak olan arkadaşlara  ihtiyacımız var.  Öyle anlar olur ki güzel bir söze, bir tebessüme bile hasret duyarız kimi zaman... İnsanların birbiriyle karşılık beklemeden hal hatır etmeleri bile bence büyük bir başarıdır.

Şayet biz birilerinden farklı olmak istiyorsak farklılığı oluşturarak örnek olmalıyız. Bu farklılık başta karşılıksız sevgidir, fikir alışverişidir, yardımdır. İnsanlar için paradan, puldan, maldan, mevkiden daha önemli şeyler olabileceğini onlara bir şekilde anlatmalıyız. Ama karşımızdaki insan bunu göremeyip'' ben bu insandan ne koparabilirim diye'' düşünüyorsa onun adı arkadaşlık değil düşmanlıktır. İnsan insana her zaman muhtaçtır. Ancak  bir şeyler kazanalım diye yola çıkarsak değil yolun sonunu getirmek o yolda çakılıp kalırız. Asıl değerlerimizi kaybetmiş oluruz. Birbirimize olan sevgi, saygı ve güveni de yıkmış oluruz. Ve yavaş yavaş dostluğu, arkadaşlığı hatta kardeşliği yok etmiş oluruz.

Az önce uzun zamandan beri görmediğim bir arkadaşımla yazıştım. Kendisine sitem ettim ; -Nerelerdesin ?dedim , - Neden hiç aramıyorsun ? Oysa sen benim çok değerli bir arkadaşımsın dediğim de, bana şunu yazdı lütfen ''arkadaşım'' deme bana. ''Sen benim kardeşimsin''  dedi  .Ve bu hafta görüşmek için söz aldık birbirimizden. İnsanın böyle kardeşlik diye nitelendirebileceğimiz bir dostluğu ya da arkadaşlığı varsa ne mutlu ona. Sanki bu güne özel olarak uzun zamandan beri görüşmediğim arkadaşımdan bir haber alabilmiştim. Ve kendisi benim onun için çok farklı olduğumu, arkadaşlıktan öte kardeş olduğumu söyledi. Ne kadar mutlu olduğumu tahmin edemezsiniz. Çünkü onunla iyi günden ziyade kötü günlerimizi paylaşmıştık. Kötü günümüzde birbirimize destek olmuştuk.

İnsan insana dost, arkadaş olmalı. Dostunun, arkadaşının  yanlışını görüp de söylememek en büyük düşmanlıktır. Neyi, nerede ne zaman konuşacağını ve yapacağını bilmeli insan ve arkadaşını uyarmalıdır. Bunu yapabiliyorsak yani başkalarına ışık tutabiliyorsak inanın kendimize de ışık tutmuş sayılırız.

İnsan eksileriyle var olan, yaratılmışlar içerisinde en mükemmel, en şerefli olduğunu farkında olmalı. Gülün dikeniyle birlikte var olduğunu ve bu şekilde de güzel olduğunu, kendini mutlu etmenin yolunun karşısındakileri mutlu etmek olduğunu görmeli ve buna göre davranmalıdır.
“Sana yapılmasını istemediğin şeyi sen de başkasına yapma!”  atasözünü hatırlatmakta yarar görüyorum. Sorun ben demeden, kendimizi karşı taraftan görmek… Başka birinin penceresinden bakabilmeyi becerebilmektir arkadaşlık. Kendi başına başkasıyla, başkasıyla da kendin olmaktır arkadaşlık.  Bu yazdığıma ilişkin olarak Cesare Pavese 'in bir sözünü söylemeden geçemeyeceğim; 

“Hayat, yaşantı aramak değil, kendimizi aramaktır." (C.Pavese) 

Şerefle , onurla bitirilmesi gereken en ağır görev hayattır. Üç kuruş için bin türlü yalana başvurup karşısındakini salak yerine koyup şerefini ayak altına almaya, günlük menfaatleri için faziletini karartmaya inanın değmez.

Yarın bambaşka bir insan olacağım diyorsak eğer , niye bugünden başlamıyoruz ?
''Her yeni gün, kalan ömrümüzün ilk günüdür''diyerek bu günleri dostluğa, kardeşliğe, arkadaşlığa kısaca, samimiyete, dürüstlüğe adayalım.

Dünya Arkadaşlık Gününüz Kutlu olsun sevgili arkadaşlar. 

En güzel arkadaşlıkların, dostlukların sizlerin, hepimizin olması dileğiyle selam ve sevgilerimi, sunuyorum.



Gönül Dicle İpekçi

30 Temmuz 2014 Çarşamba

Doyasıya Yaşamak

Spontane gelişen öyle anlar vardır ki, sadece bir an, sadece bir saniye sonra bir bakmışsınız her şey birdenbire ters düz oluvermiş. Ne olduğunu nasıl bu duruma geldiğini anlamadan elimizden kaçan güzel günlerin veya anların üzüntüsü boğmaya başlamış ruhunuzu. Ve malesef emin olduğumuz bir şey vardır ki o da o anların ya da o saniyelerin bir daha yaşanmayacak olmasıdır.. İşte bu yüzden yaşadığınız her anın hakkını verin, sonraki zamanda o güzel anları,dakikaları aramamak, pişman olmamak, keşke dememek için hakkını verin.Çünkü tuhaf olan şey şu ki; insan sadece içinde bulunduğu durum kötüleştiğinde iyilerin değerini anlayabiliyor. Her anın içinde öylece duran, hep yeni şeyler gören, her an şaşıran, her şeye sevinen, doğa içinde öyle kendi olan bir çocuk gibi yaşayın hayatı.Çünkü olması gereken bu..Bu güzel anı karelemeye örnek olarak,  ikizlerimle yaptığım bayram turunu gösterebilirim.

Bayramın birinci günü çocuklarla biraz tepelere çıkalım dedik. Sarıyer, Kilyos, Garipçe köyü gibi İstanbul'a biraz tepeden bakmak istedik.... İstanbul un güneşi nemi, sıcağı kimin umurunda. Yolda bağıra bağıra şarkı söyleyerek güzel anları kafamızda kazımak için güzel kareler yakalamaya çalıştık hep birlikte. Ve yolculuk sıcak havaya rağmen güzeldi. Neden mi? Çünkü güzel anlar yaşamak istedik. Güzellikleri yaşamak için evden çıktık.
                                                  
Aşıklar tepesinde ben ve aşklarım
Yolculuk başladı


Önce Kilyos ardından Garipçe köyünde bulduk kendimizi. Sarıyere 6 kilometre uzaklıkta cennet Garipçe köyü manzarasıyla ve serinliğiyle muhteşem bir yer.






Dönüşümüzde,  Aşıklar tepesinde İzzet Baba'nın yerinde uzun bir mola verdik. Yemeğinin lezzetiyle, bulunduğu mekanın serinliğiyle mükemmel bir yer olduğunu söylemeden geçemeyeceğim. 


Garipçe Köyü  (cennet)

Yorgunluğumuzu orada attıktan sonra Sarıyer'e doğru inmeye başladık Tarabya ve tüm boğaz derken kendimizi Kireçburnu sahilinde bulduk. 
                                         
Sahilde kuzucuklar
Kireçburnu sahili

   




















Kireçburnu sahili

Kireç burnu sahiline gelinir de ata eşeğe binilmez mi? Evet burada çocuklara sahil turu attıran atlar ve eşekler mevcut.  Biz hem ata hem de eşeğe bindik. Böylece her ikisininde kalbini kırmamış olduk..


Berke ısrarımıza rağmen eşeğe binmeyi tercih etti.
Görke ata binince pek mutluydu.




















Evet benden söylemesi; yaşadığınız her güzel anı fotoğraflayın. Çünkü hepsi bizlere kalan güzel anlar bunlar..Ve unutmayın ki hayatın değeri uzun yaşanmasından değil iyi yaşanmasındadır. Doyasıya yaşamak yılların çokluğu ile ölçülmez içimizdeki coşkuyla ölçülür. Bende çocuklarımla yaşadığım bu coşkulu anları sizlere fotoğraflamaya devam edeceğim. Vazgeçmeden devam.....

Nice nice bayramlara dileğimle sevgilerimi sunuyorum.

Gönül Dicle İpekçi

27 Temmuz 2014 Pazar

Bayram Rituelleri

    Çocukluğumuzun bayramlarını özlemeye başladıysanız eğer yeterince büyümüşsünüz demektir. Bayram gelenekleri ne güzeldi ben çocukken. Ev halkını bir heyecan sarardı, bir hafta  öncesinden insanlar gücü yettiğince üstüne başına bir şeyler alır veya en son aldığı kıyafeti yıkayıp paklama telaşına düşerlerdi. Çocukken anlam veremez, sessizce sıkılarak izlerdim annemle babamın bana kıyafet bakmasını. Benim en büyük geleneğim kırmızı papuçlarımdı. Her bayram en yenisinden bir kırmızı papuç, hani hep ayağı acıtan cinslerinden, dışı parlak, giy beni derken, giyerken acı çektirenden....



Arife günü hamama giderdik.Annem, ablam ve ben hatta bazen  komşularımız, sahi söylemeyi unuttum, o zamanlar da komşuluk vardı. Sanki daha önce hiç yıkanmamışız gibi yıkardı  annem bizi, keseyi her vurduğunda canım acırdı ama susardım, '' Bayram geliyor temiz-pak olmalıyım'' derdim. Ayrıca kırmak istemezdim onu.
 
Bayram sabahı babam bayram namazına giderdi, annemi yapılması zor olan yemekleri hazırlama telaşı sarardı, mis gibi kokular eşliğinde uyanırdım. Kaburga dolması, kuru fasulye, zeytin yağlı sarma kadayıf tatlıları, çörek, su böreği, çeşitli şerbetler....Babamın namaz dönüşü kardeşlerim de uyanmış olurdu..Dolayısıyla kalabalık ailemizle bu yemekler eşliğinde kahvaltı yapardık. Daha sofradan kalkmadan babamın anamın tüm sevdikleri bir bir dökülürdü kapıdan, herkesle bayramlaşılır misafirlerimize hizmet ederken bayramın tadını çıkarırdık. Babam akşamları evimizi şenlendirmek için cümbüş çalardı.

Çok değerli babam nur içinde yat

Hani dedim ya bayramlar güzeldi eskiden.. Bayramlar güzeldi de bizler kıymet bilir miydik? İnsan belki de büyüdükçe anlıyordur anne-baba ve kardeşlerle geçirilen bayramların en özelleri olduğunu. Fakat sonra insan fark ediyor annesini özlediğini ve annesini özlerken aslında anne olduğunu, eve yavrularına kanat germesi gereken kişinin ta kendisi olduğunu..

Mekanın cennet olsun anacım

Belki de gelenekleri yaşatma adına, belki özlemlerimiz için, ben bu bayram çocuklarım ve kardeşlerim ile birlikte eskilere gönderme yaparcasına kalabalık bir şekilde bayram yemekleri yiyerek kutlayacağız. . Belki artık cümbüş çalan babamın  veya ''hadi artık uyanın bugün bayram ''diyen annemin sesi olmayacak ama yavrularımın ayak sesleri olacak....

Kıymet bilebildiği ölçüde herkesin iyi bayramlar geçirmesini temenni ederim.

Sevgilerimle..

Gönül Dicle İpekçi

25 Temmuz 2014 Cuma

Gitmek mi ? - Yolda Olmak mı ?

Lisedeyken en büyük hayalim gitmekti. Hani zannederdim ki odamdan dışarı bir adım atsam, dünyayı avuçlayıp, ruhumu özgürlüğe armağan edeceğim. Sonra hayalim gerçekleşti, ve yüksek lisans, doktora yapmak üzere hayallerimin ülkesi Fransa'ya gittim. İlk bir kaç sene gitmenin vermiş olduğu lezzet paha biçilemezdi. Aslında insan gidene kadar gitmenin hayali ile, gittikten sonra da hayalindeki yerde kalabilmenin umudu ile yaşıyor.

Gitmek mi, yoksa yolda olmak mı insanı cezbeden bilinmez. Ama insan zamanla anlar ki gittiği yerde de kalamaz, ve hiç bir yere sığamaz. Hep başka ülkelerin, başka şehirlerin hayalini kurar, olgunlaştıkça da anlar ki gitmek değildir sizi mutlu eden yolda olmaktır insanı asıl cezbeden. Çünkü büyüdükçe bilir ki her zaman bir adım daha ötesi vardır, her zaman daha uzağı vardır.


Yol hiçbir zaman bitmez... Jack Kerouac belki de bu yüzden On The Road ( Yolda) kitabını yazdı, ve belki de gittiği yolda  kimsenin erişemediği sırlara ulaştı. Kitapta en sevdiğim kısım ; '' Yolun sonunda her zaman bir tür sihir bekliyor insanı. Ne tuhaftır ki o sihri tek başınıza yolun sonuna gelmeden bulacaksınız.....''
İşte tam da gitmenin büyüsü bu şekildedir.

Yine de bilmelidir  insan,  gitmenin  sadece yolculuk ile değil  kitaplara dalıp gitmenin de  yolda olma şeklidir. Sihir yolun sonundadır...Şimdi soruyorum sizlere gitmek mi isterseniz yoksa kalmak mı ?....

Sevgilerimle

Gönül Dicle İpekçi

17 Temmuz 2014 Perşembe

Hata ve Ceza


Eve hiç girmesek, hep dışarda kalsak.
 İnsan hatasıyla ,doğrusuyla insandır deriz çoğu zaman.  ''Hata yapmaktan çekinme çünkü hata yaparak doğruyu bulacaksın''  diye öğütleriz çocuklarımızı.  Hataların insanlara özgü bir şey olduğunu bildiğimiz halde neden çocuklarımız hata yaptıklarında onları cezalandırırız. Oysa onlar sevgi bekleyen küçük yürekler değil midir ? İnsan hatasıyla ,doğrusuyla insandır deriz çoğu zaman.  ''Hatta yapmaktan çekinme çünkü hata yaparak doğruyu bulacaksın''  diye öğütleriz çocuklarımızı.  Hataların insanlara özgü bir şey olduğunu bildiğimiz halde neden çocuklarımız hata yaptıklarında onları cezalandırırız. Oysa onlar sevgi bekleyen küçük yürekler değil midir ? Çocuk herhangi bir konuda hata yaptığı zaman neden hemen sinirleniyoruz. Oysa hata yaparak doğruyu bulacaktır demiyor muyuz ?  
Ödevlerini yaparlarken yapmış oldukları hatalar da gayet sakin davranıyorum diyebilecek kaç kişi var acaba? Ödev yapmak için istekli olmayan çocuğa nasıl davranmalıyız sizce? 
Ben bana bu konularda  yarar sağlayacak bir çözüm önerisi bulamıyorum. Cezalandırma uygun olur mu bilemiyorum. Evet psikologlar bu konuda kesin tavırlarını koyuyorlar ve cezanın pek bir yaptırım gücü olmadığını söylüyorlar. O halde nasıl bir sistem uygulamalıyız ? 
Okul zamanı ikizlerimle bir sorun yaşamıyorum. Bu konuda öğretmenlerinin katkısıyla eve gelir gelmez ödevlerini yapıyorlar ve yaptıkları hataları düzelterek çalışıyoruz bol bol..
Dışarda oynarken pek bir mutluyuz.
Ama tatilimiz başladığından beri henüz tam anlamıyla bir verim alamadık. Bol bol spor yapıyoruz. Yüzüyoruz, basketbol öğreniyoruz , futbol oynuyoruz,  bisiklet sürüyoruz ama derse sıra gelince mızmızlanıyoruz. Hadi oğlum canım oğlum hadi bakalım beraber okuyalım beraber anlatalım demek zorunda kalıyorum onu da reddederse akşam en çok sevdiği diziyi izlememesini sağlıyorum.Ama ertesi gün aynı şeyi yaşıyoruz yani cezasının pek bir faydası olmuyor ya da daha katı olmak gerekiyor belki de. Ama ben cezamı sürdüremiyorum. Sanırım annelik içgüdüsü ön plana çıkıyor benim için. Dolayısıyla kazanan yine onlar oluyorlar. Ders çalışmaya başladığımız zamanlar da ise 30 dakikadan sonra çocuklar kıpırdanmaya başlıyorlar .Mola istiyorlar benden. Doğal olarak bende kabul ediyorum  Aksi takdirde yapacakları hatalar çoğalacak ve ben de öfke kontrolümü sağlayamayacağım. Mola kaçınılmaz yani Fakat moladan sonra toparlanmamız ve aynı verimi yakalamamız oldukça zorlaşıyor.
Şimdi siz değerli okurlarıma ve dostlarıma soruyorum. Sizce nasıl bir yaptırım uygulamalıyım? Hata yaptıkları zaman veya ders çalışmayı reddettikleri zaman ne yapabilirim ?  Fikirleriniz ve yorumlarınızla bana sağlayacağınız katkı için şimdiden teşekkür ederim. 

Sevgiyle kalın...

13 Temmuz 2014 Pazar

Çocuklar Öldürülmesin Şeker de Yiyebilsinler

Kapıları çalan beni
Gözünüze görünemem,
göze görünmez ölüler.

Hiroşima da öleli,
oluyor bir on yıl kadar.
Yedi yaşında bir kızım,
büyümez ölü çocuklar.

Saçlarım tutuşdu önce,
gözlerim yandı kavruldu.
Bir avuç kül oluverdim,
külüm havaya savruldu.

Çalıyorum kapınızı,
teyze amca bir imza ver.
Çocuklar öldürülmesin,
şekerde yiyebilsinler .

Nazım Hikmet RAN (1956)

Çocuklar öldürülmesin şeker de yiyebilsinler diyor Nazım Hikmet. Oysa Gazze de çocuklarımızı öldürüyorlar. Neden bu suskunluk? Neden bu sessizlik? Niçin bir şeyler yapamıyoruz? Her gün Filistin de ölen binlerce çocuk, anne, yaşlı genç bir sürü insan ölüyor ve Dünya buna sessiz kalıyor. 

Ekmek almaya giderken ölen mazlumlar bunlar. Daha nereye kadar devam edecek bu sessizlik ? Bu siyonist vahşete artık dur demenin zamanı gelmedi mi? 
''Uçurtmayı Vurmasınlar'' filmini izlerken ''Uçurtmayı da Vurmalarını'' nasıl kabullenebiliriz.

Bir anne olarak, bir insan olarak bu görsellere baktıkça içim acıyor. Kan revan içinde kalmış bu toprakların yeşillenmesi için dua ediyorum her gün. Ama dua yetmiyor.. 

Artık sessizliği bozma zamanı.....



Gönül Dicle İpekçi

9 Temmuz 2014 Çarşamba

Yaz Okulları


Her sene olduğu gibi bu yıl da  ikizlerimi yaz okuluna kaydettirdim. Yüzme, basketbol, futbol, tenis satranç, keman, gitar, piyano gibi dallardan oluşan yaz okulları arasında Beylikdüzünde ikamet ettiğimiz için Beylikdüzü Belediyesinin etkinliklerinden faydalanmayı tercih ettik. Dolayısıyla ikizlerimin her birini bir spor dalına  kayıt yaptırdık. Görke yi iki yıldan beri yüzmeye kaydettiriyorum. Çünkü  yüzmeyi çok seviyor ve bu konuda çok iddialı. Yani kışın da devam ettiğimiz  bir spor dalı.


Berkeyi de satranç kursuna yazdırmayı uygun gördüm. Çocuklarım ikiz olsa da iki ayrı karakteri temsil ediyorlar. Biri futbol, basketbol, yüzme gibi spor dallarına ilgi duyarken diğeri bu spor dallarına gayet ilgisiz kalıyor. Bende bu yıl bir değişiklik yapıp onu beyin sporuna yani satranç  kursuna yazdırdım. Tabi ki yazdırırken onlara kendi isteklerini soruyorum . Onlar adına kararı kendileri veriyorlar. Çünkü, geçen yıl Berkeyi, Görke gibi yüzme ye yazdırdığım halde gitmemekte direndi ve çok zorladığım için artık hiç gitmek istemiyor. Dolayısıyla Berke üzerinde bu tür isteklere ve zorlamalara  son verme zamanı gelmişti. Onun isteği olmadan asla bir spor dalına kayıt yaptırmam mümkün değil. Gerçi, geçen yıl kendisine sorduğum zaman bana söylediği ; ''Anne araba yarışçısı olmak istiyorum, onunla ilgili bir bölüm varsa oraya kaydet beni'' diyordu... Yani şimdiden araba kullanacak ve hatta mümkünse ralli yarışmalarına katılacak.  Ama bu yıl bir fark attık ve satranç kursuna yazdırmayı başardım. Hafta da iki gün ikişer saat kurslara katılıyorlar ve bundan gayet memnunlar. Ama bu yıl satranç bizi bayağı bir sardı desem inanın.

Berke kardeşine satranç öğretiyor.

Berke artık öğrendiklerini evde kardeşiyle pekiştiriyor  Ve kardeşine bir şey öğretmekten dolayı pek memnun.  Ben şahsen yaz okullarının faydalı olduğunu düşünüyorum. Sizler de benimle aynı fikirde misiniz ? Paylaşırsanız sevinirim...

Hepimize kolay gelsin... Sevgilerimle

Gönül Dicle İpekçi